24 Nisan 2021 Cumartesi

SEN BOZUKSUN, DÜNYA SENDEN DOLAYI BOZUK (II.KISIM)

 

SEN BOZUKSUN, DÜNYA SENDEN DOLAYI BOZUK (II. KISIM)

 

Kemal Sunal’ın 1978 yapımı “100 Numaralı Adam” filmini bilirsiniz. Orada şöyle bir diyalog geçer;
-Babamın 2 ineği var. 30 litre süt alıyor, 100 litre satıyor.
-Bu nasıl oluyor?
-Sular kesilmezse bal gibi de oluyor.
 
Stüdyodaki konuklar alkışlamaya başlıyor. Ve Şaban devam ediyor;
-Yok abiler yok, babam da olsa halkı kazıklayanların alkışlanmasını istemem.

 

43 yıl sonra durum farklı mı? Mesela Ticaret Bakanı kendi şirketini kullanarak bakanlığa temizlik malzemesi satıyor. Hem de 100 liralık ürünü 175 liraya satıyor. Peki bu nasıl oluyor, diye sorabilirsiniz. Ben de derim ki; sular kesilmezse bal gibi de oluyor. Halkın alın terini kendi değirmenine kova kova taşıyanların “suları kesilmediği” sürece, etik değerlere sahip ahlaklı yöneticileri hak ettikleri yerlere getirmediğimiz sürece böyle de devam edecek.

 

Peki nedir bu ahlak ve/veya etik değer?

 

Ahlak kelimesinin kökeni “halk” kelimesi ile aynıdır. Buradan yola çıkarak ahlakın tanımını, halkın kahir ekseriyetinin kabul ettiği davranış biçimleridir diye tanımlarsak hata etmiş olmayız sanırım. Peki halk ahlaksızlığı ahlak gibi görmeye başlarsa, süte su katanı aynı stüdyodakiler gibi büyük bir vecd ile alkışlarsa, bu tanımı nereye koyacağız?

 

İslam alimi Gazali, ahlakı toplumda değil, kişinin kendi içerisinde aramaktadır. “Ahlak, insan nefsinde yerleşen öyle bir melekedir ki, bu meleke sayesinde davranışlar hiçbir zorlama olmaksızın, düşünüp taşınmadan kolaylıkla ve rahatça ortaya çıkar” diyor. Yani alışkanlık haline gelen ahlak kendiliğinden ortaya çıkar. Bunun için zorlamaya, yaptırıma gerek yoktur, diyor.

 

Günümüz dünyası ise -özellikle kamu hizmetlerinde- ahlak yerine “etik değerleri” öne çıkarmaktadır. Etik değerler; kişiye, zümreye, inanca ve ırka göre değişmeyen, temel evrensel ilkeler ve değerler bütünü olarak tanımlanabilir. Mesela ABD seçimlerinde Obama’nın 3.kez başkan seçilme potansiyeli olmasına rağmen aday olmaması, bir yasa değişikliği ile tekrar aday olabilecekken buna tenezzül etmemesi, sahip olduğu etik değerlerle alakalıdır.

 

2014 Dünya Değerler Araştırması ve 2012 Türkiye Değerler Atlası raporuna göre; Türk toplumu, Avrupa'nın ve dünyanın en dindar toplumlarından birisidir. Dinin toplum yaşamındaki yeri %68,1 gibi oldukça yüksek bir oranla en üst düzeylerdedir. Diğer taraftan aynı araştırmada Türk toplumunun insanlara güveninin oldukça düşük olduğu belirtilmiştir. Halkın yalnızca 11,6’sı çoğu insana güvenilebileceğini düşünürken, yüzde 82,9’luk kesim çoğu insanı güvensiz buluyor.

 

Evet sözde dindarız ama birbirimize güvenmiyoruz. Hatta kendimize dahi güvenmiyoruz. Oysa toplumların sosyal sermayesi güvendir. Güven varsa güvenlik vardır, istikrar vardır, ilerleme vardır, adalet, sağlık vs vardır.

 

Peygamber Efendimiz bir gün pazarda bir buğday tezgahına uğrar. Elini buğday yığınının içine daldırınca parmakları ıslanır. Bunun üzerine satıcıya; “Bu ıslaklık ne?” diye sorar. Adam; “Ey Allah’ın Resulü! Yağmur ıslattı”, cevabı verince. “İnsanların görüp aldanmaması için o ıslak kısmı çuvalın üstüne çıkarsaydın ya!” karşılığını verir. Ardından da; “Bizi aldatan, bizden değildir.” buyurmuştur.

 

Sahi günümüzde malının, fikrinin, icraatlarının, karakterinin ıslak kısmını çuvalın altına koymayan var mı? Islak kısmı da kuru kısmıyla birlikte şaffaf olarak sizlere sunanlara “malı kötü” muamelesi yapıp, ıslak kısmı alta koyanlara methiyeler mi diziyorsunuz? Hadi ilkinde “aldatıldık” dediniz. Peki sonrasında? Allah affetsin mi? Ne diyor Hadis-i Şerif’te; müslüman aynı delikten iki defa sokulmaz.

 

Yazımızın ikinci kısmını Baba Müslüm’ün güzel bir deyişiyle noktalayalım; kul günahkârsa Tanrı ne yapsın?


17 Nisan 2021 Cumartesi

SEN BOZUKSUN, DÜNYA SENDEN DOLAYI BOZUK (I.KISIM)

Baba, çok önemli bir proje üzerinde çalışıyordu. Çocuk ise, ısrarla babasın kendisiyle dışarı çıkıp bisiklet sürmesini istiyordu. Baba, çocuğu oyalamak için bir dünya haritasını parçalayıp önünde bıraktı. Haritayı düzelt, öyle çıkalım dedi. O arada ben de projeyi bitiririm, diye düşündü. Ama öyle olmadı. Çocuk haritayı iki dakikada düzeltmişti. Baba hayretle, bunu nasıl yaptığını sorduğunda çocuğun cevabı çok anlamlıdır;

- Haritanın arkasında bir insan resmi vardı, insanı düzeltince dünya kendiliğinden düzeldi. Edip Ahmet Yükneki’nin dediği gibi;

(Ey İnsan!)

Sen bozuksun ondan dünya bozuldu.

Niçin bu dünyaya sitem edersin?

Son zamanlarda Norveç Başbakanı Solberg’in korona yasaklarını ihlal etmesi nedeniyle polis şefi tarafından kendisine ceza kesilmesi ve bunun üzerine başbakanın özür dilemesi çok konuşuldu. Günlerce medyada bizim yöneticilerimizde niçin böyle erdemli davranışlar göremiyoruz, biz niçin böyleyiz, diye sonu gelmez tartışmalar yapıldı.

Oysa Peygamber Efendimiz “Siz nasıl (kimseler) olursanız öyle yönetilirsiniz” diye yüz yıllar öncesinden bu günlere ışık tutmuştu. Aynı şekilde Hacı Bektaş-ı Veli ne güzel söylemiş; her ne arar isen, kendinde ara…

İlkokul çocuğu gibi, Ali saçımı çekti, Fatma silgimi aldı, diye sürekli bir söylenme, şikayet etme, mağdura yatma, başkalarını suçlama peşindeyiz. Huyumuz kurusun. Kendi dışımızdaki tüm dünya birlik olmuş sanki bizim üzerimize oynuyor. Bizim haricimizde herkes kabahatli, herkes kötü. Bir tek biz iyiyiz.

Nasrettin Hoca bir gün ahırda kaybettiği anahtarı avluda arıyormuş. Komşusu niçin ahıra bakmadığını sorunca;

—Orası karanlık. Burası aydınlık. Aydınlıkta aramak daha kolayıma geliyor, demiş.

Bugün sorunlarımızın sebebini başkalarında arayan bir yığın insan var. Çünkü öz eleştiri yapmak, özünü elden, elekten geçirmek zordur. Oysa suçlamak kolaydır.

Son olarak bir Bektaşi fıkrası ile bozulan insanlığımızın düğümünü çözmeyi sizlere bırakayım.

Adamın biri Bektaşiye;

-İyisin, hoşsun, ilim sahibisin de bir de oruç tutup, namaz kılsan, bizim nazarımızda da itibarın olur, demiş. Bektaşi cevabı yapıştırır;

-Bre densiz! Sizin nazarınızda itibar kazanmak için, Tanrı önündeki itibarımı zedeleyemem, demiş.

Peki siz, sağ eli Ramazan kolisinde, sol eli selfie tuşunda olan siyasiler, dernekler, vakıflar ve devlet görevlileri!

Siz kimin nazarında itibar kazanmak istiyorsunuz?

27 Mart 2021 Cumartesi

Hayatın anlamına dair



"Dağ başında

Rastladım ak sakallı birisine

Bin yıllık bir halıya bin yıldan beri

Bağdaş kurmuş bir çınar gibiydi

Sordum ona

Aşk ne ustam, hayatın sırrı ne?


Sevda kuşun kanadında

Ürkütürsen tutamazsın

Ökse ile sapanla

Vurursun da saramazsın


Hayat sırrının suyunu

Çeşmelerden bulamazsın

Ansızın bir deli çaydan

İçersin de kanamazsın"


İşte böyle diyor Cem Karaca, meşhur bestesinde. Ökse ile sapanla, yani zorbalıkla ve şiddetle sevda kuşunu vurursun ama ona sahip olamazsın, onu avuçlarında tutamazsın. Çünkü sevgi korku ve zorbalığı sevmez. Aytmatov'un dediği gibi; sevgi emek ister, şefkat ister, merhamet ister.


Hayatın sırrını pet şişelenmiş sularda, sosyal medya paylaşımlarında, yapay dünyanın jelatinli ambalaj kutularında, iyi ışıklandırılmış vitrinlerindeki %50 indirimli insan bedenlerinde bulamazsın. 


Gürül gürül akan bir deli çaydan kana kana içtiginde, tenine değen su damlacıklarının serinliğini iliklerine kadar hissettiğinde ve bir söğüdün dallarının kulaklarına fısıldadığı bir türküde hissedersin hayatı. Cem Karaca'nın Sevda Kuşun Kanadında türküsünden bunu anlıyorum.


Tolstoy ise İnsan Ne ile Yaşar öyküsünde dağ başındaki bilgeye şunları söyletiyor;


Hayatta en önemli an şimdidir, sadece ona hükmedebilir ve onda var olabilirsin. İnsana en gerekli olan kişiyse yanındaki kişidir, çünkü şuan senin yanındadır ve seninledir. Hayattaki en önemli uğraş ise iyiliktir.


Diğer yandan Simon ve onun eşinde anlam bulan sevgi, merhamet ve iyiliğin ise insanın bir arada olmadan var olamayacağını, insanın tek başına yaşayamayacağını söylüyordu.


Peki gerçekten böyle mi? İnsanı yaşama bağlayan sevgi mi? Hayat, gerçekten bir başkası varken mi anlamlı geliyor?


Malcolm Gladwel, Outliers kitabında Newyork'a göç eden İtalyanlar'ın sağlıklı bir ömür sürdüğünü, kalp ve damar hastalığı gibi hastalıklara pek yakalanmadıklarını ve doğal akışında ecelleriyle öldüklerini söyler. 


Bunun sebeplerini ise şöyle ortaya koymaktadır. 

•Geleneksel komşuluk ilişkilerini devam ettirmeleri, 

•Her daim minnet duygularını birbirlerine ifade etmeleri,

•Geniş ailelerde büyüklerle yaşamaları,

•Her fırsatta bir araya gelip sohbet etmeleri,

•Birbirleriyle paylaşım yapmaları ve birlikte eğlenmeyi bilmelerine bağlar.


İsviçre’de yaklaşık üç buçuk milyon kişinin katıldığı bir araştırmada ise köpek sahibi olanların daha az kalp krizi geçirdiği ve daha sağlıklı olduğu tespit edilmiş. Sebebi ise yalnız yaşamanın sağlığa olumsuz etkileri.


Yaşları 36-52 arasındaki 9 bin 875 kişi üzerinde yapılan bir başka araştırmada yakın çevreden kaynaklı stres ve kaygının erken ölümlere sebep olduğu, iyi bir sosyal çevrenin ise ömrü uzattığı ortaya konulmuş.


Son olarak Kopenhag Üniversitesi‘nin yaptığı araştırmaya göre stresle başa çıkma kapasitesine bağlı olarak etrafındakilerle sürekli tartışma içerisinde olan insanlarda ölüm riskinin iki ya da üç kat artabileceği ortaya konmuş.


Tüm bunlara dönüp baktığımızda şunları görebiliyoruz;

✓Ailemiz, komşularımız ve sosyal çevremiz sağlığımızı doğrudan etkiliyor.

✓Yardımlaşma, merhamet ve anlamlı işler yaptığımızda varlığımız değer kazanıyor.

✓Sevincimizi ve kederimizi paylaşacak birilerine ihtiyaç duyuyoruz.

✓Geleneksel aileden çekirdek aileye geçtikçe sosyal ilişkilerimiz zayıflıyor ve hayatın krizlerine karşı savunmasız kalıyoruz.

✓Daha çok teşekkür, daha çok minnet duygusu ruhumuzu sağaltıyor, bizi dinginleştiriyor.

✓Her şeyden önemlisi hayata karşı duruşumuz psikolojimizle birlikte beden sağlığımızı da etkiliyor.


O halde bahçemizdeki ağaçtan, gökyüzundeki serçeye kadar birbirimize sarsılmaz bir zincirle bağlı olduğumuz bu evrende birbirimizin kıymetini bilmek, varlığını anlamlı kılmak ve başka hayatlar için de bir şeyler yapabilmek düşüncesi ile hareket etmeliyiz. 


Hayatımızın anlamı, varlığımızın sebebi ancak bu şekilde kıymet kazanır. 

16 Şubat 2021 Salı

Çocuklar için Netflix seyretme ipuçları ve önerileri

Günümüzde TV seyretme alışkanlıklarının değişmesiyle birlikte hayatımıza bir çok dijital platform girdi. Bunlardan birisi de Netflix. Her yaştan izleyici için binlerce içerik sunan en popüler platform desek yeridir. Bu yazımızda çocuklar için Netflix'i nasıl güvenli bir ortam haline getirebiliriz, çocuklar için seçim mimarisi ve bilim-sanat içerikli çocuk programı önerilerini ele alacağız.

Netflix'i nasıl güvenli bir ortam haline getirebiliriz?

Bunun için atılacak ilk adım çocuğumuzu medya okur yazarı yapmaktır. Onunla dijital dünya, sosyal platformlar, ekrandaki akıllı işaretler ve ekran bağımlılığı konusunda mini sohbetler yapmak, birlikte örnek izlemeler yapmak ve birlikte film seçmek bunda etkili olacaktır.

Netflix için yapılacak ilk şey "Çocuk Profili" oluşturmaktır. Bu sayede çocuklar sizlerin seyrettiği filmlere ulaşamayacak, size önerilen filmler onlara görünmeyecek ve sadece çocuk profilini özel içerikler karşısına çıkacaktır.



Çocuk profilini çocuğunuzla birlikte oluşturup, kişiselleştirebilirsiniz. TV seyredeceği zaman bu profille girmesi uygun olacaktır. Yetişkinlik düzeyi kontrolleri için çocuğunuzun yaşına göre yaş kısıtlaması yapabilirsiniz. Benim kızım 8 yaşında olmasına rağmen +7 kısıtlaması yaptım. Rüzgarı Dizginleyen Çocuk gibi (+13) bazı filmler yaş kısıtlamasına uygun olmadığı için bunları aile ile birlikte yetişkin profilinden seyrediyoruz.

Çocuklar için seçim mimarisi

Az çoktur, anlayışı ile çocuğunuzun profilindeki "Listem" kısmına onun için uygun filmleri eklerseniz Netflix'in yapay zeka uygulamaları sonraki seyretmeler için bu filmlerden hareketle başka buna benzer yeni film önerileri getirecektir. Böylece çocuğunuzun ilgi alanına girmeyen (veya sizin istemediğiniz) içeriklerle daha az karşılaşabilirsiniz. Seyretseniz dahi filmlerin bu listede kalması önemli çünkü önerileri filtrelemek istiyoruz. (Yapay Zeka'yı kendimize uyarlıyoruz:)


Bilim-sanat içerkli çocuk programları

Aslında yukarıdaki listede kızımla birlikte seyrettiğimiz, keyif aldığımız ve yeni şeyler öğrendiğimiz çoğu program mevcut. Benim özellikle üzerinde durmak istediğim husus şudur. Bu günün çocukları uzun, sıkıcı, tek düze videolar ve filmler seyretmek istemiyor. Okuldaki derslerin çocuk üzerinde bir etkisinin olmamasının en önemli nedenlerinden birisi de sanırım bu monotonluk. Oysa buradaki 20'şer dakikalık mini videolarda bir "hikaye" var. İlginç sorular ve merak uyandıran konular var. Bir bakmışsınız ki çocuğunuz Avustralya'daki Opera binasını, Newton'u, Mozart'ı öğrenmiş, tez nedir, hipotez nedir kaygısına düşmeden bir şeyler araştırıyor, evde küçük deneyler yapıyor. Bu son derece muazzam bir deneyim.

Biz çoğunu birlikte seyrettik. Birlikte eğlendik, birlikte öğrendik. Üzerinde bol bol sohbetler yaptık. Merak ettiğimiz bir konu varsa Youtube'den başka içeriklere baktık, mutfağa girdik, sihir falan yaptık.

Çocuklar için olmazsa olmaz bulduğumuz içeriklerden 8 tanesini buraya ekliyorum. Ayrıntılarına girmeye gerek dahi duymuyorum. Ebeveyn olarak bir zahmet siz inceleyin:))

1-Sihirli Okul Otobüsü

2-Dört Dörtlük Dedektifler

3-Bir Varmış Bir Yokmuş

4-Kim Kimdir?

5-Carmen Sandiego

6-Parlak Buluşlar

7-Emily'nin Muhteşem Laboratuvarı

8-Justin'in Maceraları


Bu filmlerden bir çoğunu o haftaki ders içeriğine göre serbest etkinlikler dersinde öğrencilerimle Zoom üzerinden seyredip, üzerinde sohbetler ediyoruz. Süre olarak kısa ve ilgi çekici olması bu içerikleri daha kullanışlı kılıyor.

Sizin de önereceğiniz filmler/programlar varsa paylaşabilirsiniz.


Daha fazlası için;

Çocuklarımız için hazırladığımız "film önerilerine" şuradan ulaşabilirsiniz.





8 Şubat 2021 Pazartesi

Yuval Noah Harari ve Kitapları Üzerine


Harari ve kitaplarıyla tanışmam yıllar önce okuluma gelen korsan bir kitap satıcısının bana bir kitap hediye etme isteği ile başladı. Ben de kitapçı ekmeğinden olmasın diye kendimce kimsenin okumaya tenezzül etmeyeceği, adamcağızın da satamayacağını düşündüğüm, en işe yaramaz kitabı seçtim; Hayvanlardan Tanrılara Sapiens...

Günlerce çevremdekilerle bu ktabı tartıştım. Adım gâh evrimciye, gâh devrimciye çıktı. Yazarın hakkını vermek lazım deyip kitabın orjinalini aldım, bir daha okudum. Sonraki kitaplarını da tabiki...  Sosyal medyada bir çoğu eğitimci olan kitap dostlarıyla kurduğumuz #raftancana grubunun bu ay belirlediği kitaplardan birisi de Harari'nin son kitabıydı. Mazeretimden dolayı görüşmeye katılamadığım için bu yazıyla bir katkı sunmak istedim. Şimdiden iyi okumalar.

Yuval Noah Harari Kimdir?

Prof. Dr. Yuval Noah Harari 1976 İsrail doğumlu olup, Kudüs Hebrew Üniversitesi Tarih Bölümünde öğretim görevlisi olarak ders vermektedir. 

Yazdığı kitaplar 60 dilde 27,5 milyon satarak tüm dünyada büyük yankı uyandırmış, çok satanlar listelerinde uzun süre yer almıştır. Tarih bilimi ile biyoloji arasında kurduğu bağ, geleceğe dair yaptığı öngörüler ve dünya tarihini bütüncül ve popülist bir bakış açısı ile sunması onu ilgi odağı haline getirdi. Bugün dünyanın en etkili insanları arasında yer almaktadır. 

Ortaya koyduğu düşünceler özellikle ülkemizde İsrailli olması sebebiyle eleştirilse de kendi ülkesinde de benzeri tepkilere maruz kalmıştır. Bunun sebeplerinin başında İsrail hükümetinin Filistin tutumuna ve Netenyahu politikalarına getirdiği ciddi eleştiriler yer almaktadır. Yaptığı eşcinsel evlilik de bu tepkiyi katmerlemiştir.

Harari’nin 3 yaşında kendi kendine okumayı öğrendiği ve özel yetenekliler okulunda eğitim aldığı söylenir. Vegandır ve akıllı cep telefonu yoktur. Jared Diamond tarafından yazılan Tüfek, Çelik ve Mikrop (Guns, Germs and Steel) kitabından çok etkilenmiştir ve buradan hareketle şimdiye kadar 3 kitap kaleme almıştır;

  1. Homo Sapiens, 2011
  2. Homo Deus, 2016
  3. 21. Yüzyıl İçin 21 Ders, 2018

 

Hayvanlardan Tanrılara Sapiens

Kitap, 70 bin yıl önce yeryüzündeki altı farklı insan türünden geriye tek bir insan türünün kaldığını, tarımın ortaya çıkışı, paranın yaratılması, dinin yayılması ve ulus devletin yükselişi gibi insanlığı ve etrafındaki dünyayı şekillendiren kilit süreçlerin seyrini diğer kitaplardan farklı olarak, tarih, biyoloji, felsefe ve ekonomi arasındaki boşlukları çok disiplinli bir yaklaşım getirerek doldurmaya çalışıyor ve dünya hakkındaki temel anlatılarımızı sorgulamaya yönlendiriyor.

Kitaba göre dünyayı insanların yönetmesinin en önemli sebebi; tanrılar, devletler, para ve insan hakları gibi tamamen insanın hayal gücünün ve düşüncesinin mahsulü şeylere inanan tek canlı türü olmasına bağlıyor. İnsanı, büyük kara memelilerinin yarısını ortadan kaldıran ekolojik bir seri katil olarak görüyor. 

Buğdayın evcilleştirilmesi ile başlayan tarım devrimi, karşılıklı güvenin yerini alan paranın tasarlanması, imparatorluk gibi siyasi sistemlerin kurulması, dinlerin ortaya çıkışı, kapitalizmin ekonomik teoriden öteye geçip dinin yerini alması, Sapiens’in kendi evrimini yükselterek tanrısal nitelik ve yeteneklere ulaşmasını ve insanların tanrıları icat etmesiyle başlayan tarihin insanların tanrı olduğunda sona erecek olması gibi birçok konuya değiniyor.

Kısacası insanlığın dünyayı nasıl yönetmeye başladığını anlatıyor.


Homo Deus

İnsanlığın geçmişi ile yakın geleceği arasındaki kırılmaları, değişimleri anlatan Homo Deus aslında insanın tanrılaşma evresine fütürist bir yaklaşım getiriyor. Geçtiğimiz yüzyılda kıtlık, salgın ve savaş yüzünden ölen insanların bu gün bu sebeplerle değil obezite, intihar, trafik gibi sebeplerle öldüğünü söylüyor. Çağın yeni gereksinimlerinin insanı sınırsız mutluluk, ölümsüzlük, ve kusursuz gelecek tasavvuruna yönelttiği fakat bu idealin peşinde geliştirilen teknolojilerin birçok insanı gereksiz kılarak işlevsiz bir sınıf meydana getireceğini belirtiyor.  

Kitaba göre, dört milyar yıllık organik yaşamın ardından artık inorganik yaşam başlıyor. 21. yüzyıl ekonomisinin ana ürünleri tekstiller, araçlar ve silahlar değil, bedenler, beyinler ve zihinler olacak. Dinler artık Ortadoğu’dan değil Silikon Vadisi’nden çıkacak.

Sosyal medya uygulamalarının insan zihnini hacklediği ve kendinden daha iyi tanıdığını, otoritenin insanlardan ağa bağlı algoritmalara geçtiğinde ise hem demokrasinin hem de serbest piyasanın çökeceğini, sağlık arayışımız yüzünden kişisel mahremiyetimizden vaz geçeceğimizi, artık teknoloji ve dijital dünya ile savaşmayacağımızı, bilakis artık onlarla bütünleşeceğimizi söylüyor.

Bilim insanlarının yaklaşan tufanı durduramayacağını, en kötü ihtimalle, geride kalan milyarlarca insanı boğulmaya terk ederek zenginlere yüksek teknolojili bir Nuh’un Gemisi yapabileceklerini çünkü kirasını dahi ödeyemeyen insanların çevreyi korumak ve buzulların erimesinden çok kredi kartlarının borçlarını dert edeceklerini söylüyor. Gemiye binenler ile geride kalanlar arasındaki uçurum, endüstriyel imparatorluklar ile tarım kabileleri arasındaki uçurumdan daha büyük olacağını, Sapiens ve Neandertaller arasındaki uçurumdan bile daha büyük olacağını, evrimin bir sonraki aşaması olarak Homo Sapiens’in (insan) Homo Deus’a (tanrı insan) dönüşeceğini söylüyor.

Ve son olarak, tarihin akışını durduramayacağımızı fakat onun yönünü etkileyebileceğimizden bahsediyor.

 

21.Yüzyıl İçin 21 Ders

Bu kitabın okunmasını özellikle istediğim için özetini yazmayacağım. Sadece buraya üzerinde uzun uzun düşünüp, bu kitabı muhakkak okumalıyım diyeceğiniz bir alıntı bırakıyorum.

(3. Bölüm, Özgürlük, sayfa 74)

“Günümüzde bile Filistinlilerin her telefon konuşması, her Facebook paylaşımı veya her şehirlerarası seyahati İsraillin mikrofonları, kameraları, insansız hava araçları ya da casus yazılımları tarafından gözetleniyor muhtemelen. Toplanan veriler daha sonra büyük veri algoritmalarının yardımıyla analiz ediliyor. Bu sayede İsrail güvenlik kuvvetleri potansiyel tehlikeleri tespit edip sahaya bir sürü asker sürmeye gerek kalmadan etkisiz hale getirebiliyor.

Filistinliler Batı Şeria'da birtakım kasabaların ve köylerin idaresine sahip olsalar da gökyüzünü, radyo frekanslarını ve siber alemi İsrail kontrol ediyor. Bu yüzden de Batı Şeria'daki 2,5 milyon Filistinliyi etkili şekilde kontrol altında tutabilmek için şaşılacak kadar az İsrail askerine ihtiyaç duyuluyor.

Ekim 2011'de yaşanan trajikomik bir olay: Filistinli bir isçi Facebook sayfasında işyerindeki buldozerin yanı başında çekilmiş bir fotoğrafını paylaştı. Fotoğrafın altına da “Günaydın!” yazdı. Otomatik bir algoritma Arap harflerinin transliterasyonunda ufak bir hata yapıp harfler: “günaydın” anlamına gelen “Ysabechhum!” olarak değil de “saldır” anlamına gelen “Ydbachhum!” olarak algıladı. Adamın buldozerle insanları ezmeyi planlayan bir terörist olabileceğinden şüphelenen İsrail güvenlik kuvvetleri, adamı bir çırpıda gözaltına aldı. Algoritmanın hata yaptığı anlaşılınca adam serbest bırakıldı. Ama soruna yol açan Facebook paylaşımı yine de kaldırıldı.”

 

Daha Fazlası İçin;

Daha ayrıntılı bilgiler için yazarın yukarıdaki kitaplarını okumanızı ve şu konuşmalarını seyretmenizi tavsiye ederim.

2015 TED Konuşması

2018 TED Konuşması

DAVOS 2018 Konuşması


Tamamlayıcı Olarak Kitap Tavsiyelerim;

1) Tüfek, Çelik, Mikrop (Jared Diamond)

2) Dünya Tarihinin Yapısı (Kojin Karatani)

3) Ulusların Düşüşü (Daron Acemoğlu)

4) İnsanlık 2.0 (Ray Kurzweil)

5) Psikopolitika (Byung Chul Han)

6) 50 Soruda Yapay Zeka (Cem Say)


30 Ocak 2021 Cumartesi

Proaktif Öğretmen Rolleri


Tüm dünyayı etkisi altına alan salgın, eğitimin de rutinini değiştirmiş ve öğrenenin merkezinde olduğu bir ağ sistemiyle yeniden tasarlanma sürecine girmiştir. Şüphesiz ki bu yeni düzende öğretmenin rolü de değişmiştir.

Geleneksel yöntemlerde çerçevesini merkezi müfredatın belirlediği, dört duvarlı, ders kitaplı, kalemli ve bol A4 ödevli “öğretimin” artık yıkıldığı görülmüştür. Sınıfın yerini çevrimiçi platformlar, kitabın yerini minimalist videolar, kalemin yerini klavye ve dokunmatik paneller, klasik ödevlerin yerini ise etkileşimli dijital içerikler almıştır.

Öğretim süreçlerinin dijitalleştiği, öğrenenlerin bir ağ ile birbirine bağlandığı ve öğrenme tasarımının önem kazandığı bu süreçte en önemli konulardan birisi de proaktif öğretmen davranışlarıdır.


Proaktif Öğretmen Davranışları Nedir?

Proaktiflik, koşulları ve imkanları en iyi şekilde değerlendirerek yeni fırsatlar yaratma, sorunlara acil ve tutarlı çözümler bulma, insiyatif alarak harekete geçmek ve fark yaratmak olarak tanımlanabilir.

  • Proaktif öğretmen, koşullardan şikayetçi olmaz, bilakis bunu fırsata çevirmeye çalışır. Önüne çıkan çeşitli engellere, sınırlamalara takılmadan “çocuğun yüksek çıkarı” için bir duruş sergiler. Var olan kaynakları en doğru şekilde çocuğa ulaşmak ve anlamlı bir öğretim tasarımı oluşturmak için kullanır.
  • Proaktif öğretmen, soruna değil çözüme odaklanır. Olumsuz deneyimler karşısında pes etmez, bunlardan ders çıkarmaya ve öğretmenlik deneyimi ağını genişletmeye çalışır. Deneyim paylaşımını önemser, öğrenme açlığını her fırsatta yaptığı araştırmalar ve yeni yöntemler uygulaması ile gidermeye çalışır.
  • Proaktif öğretmen, işini severek yapar, her zaman yüksek bir motivasyona sahiptir. Okulunda ve etki alanında liderlik yapar, çalışma arkadaşlarını güçlendirmeye çalışır. 

Uzaktan Eğitimde Proaktif Öğretmen Rolleri

Mart 2020’de okullara ara verilmesiyle çoğu öğretmen tatilin uzayabileceği, uzaktan eğitime geçilebileceği öngörüsüyle dijital platformları incelemeye, uzaktan konferans yapılabilecek uygulamaları test etmeye başlamıştı. 

Birçok öğretmen ise kendilerine Youtube kanalları açarak video içerik üretmeye, etkileşimli görevler tasarlamaya, e-kaynak seti oluşturmaya başlamışlardı. Bu hazırlık ve öngörüler öğretmenlerimizin proaktif rollerinin bir sonucudur.

Güncel Birkaç Örnek

Uzaktan eğitimde öğretmenlerimizin başına gelebilecek 3 farklı senaryo üzerinden proaktif öğretmen davranışlarını ve hareket tarzlarını birlikte inceleyelim. Bir sorunun eğitim kademesine ve duruma göre çok farklı çözüm yolları olabileceği unutulmamalıdır.


Örnek Durum 1; canlı derste elektriğiniz veya internetiniz kesildi.

Çözüm 1; mobil cihaza daha önceden canlı ders uygulamaları (Zoom, Teams vs) yüklü olduğu için vakit kaybetmeksizin saniyeler içerisinde buradan derse devam edilir.

Çözüm 2; çocuklarla bu senaryo üzerinde konuşulur, hareket tarzı belirlenir. Gerekirse böyle durumlar için bir yardımcı (host) seçilir ve dersi o yönlendirir. 

Çözüm 3; velilere mesaj programları (WhatsApp, Telegram vs) üzerinden asenkron görevler gönderilir, bunların yapılması sağlanır.

Çözüm 4; dizüstü bilgisayarın bataryası olduğu için mobil cihazın internet paylaşımı kullanılarak derse devam edilebilir.

Örnek Durum 2; hastalık geçiriyorsunuz. Bir kaç hafta derslere devam edemeyeceksiniz.

Çözüm 1; okuldaki zümreler bu durumlar için en büyük kurtarıcılardır. Sınıflar birleştirilebilir.

Çözüm 2; çocuklara hazırlanacak asenkron planlamayla süreç devam ettirilebilir. Burada EBA platformu, Okulistik, Morpa Kampüs, Youtube Kanalları ve Google Classroom uygulamaları yardımcı olabilir.

Çözüm3; veli grupları üzerinden ders kitapları, kaynak kitaplar ve çoklu ortam linkleri ile süreç devam ettirilebilir.


Örnek Durum 3; Bir sebepten dolayı memleketinize gittiniz. Bilgisayarınız evde kaldı

Çözüm 1; her yerden erişilebilecek bulut tabanlı yazılımlar kullanmak çok önemli. Bu durumda herhangi bir bilgisayardan kolayca dersler devam ettirilebilir.

Çözüm 2; Google Drive gibi bulut tabanlı depolama uygulamaları kullanılabilir, burada oluşturulacak bir uzaktan eğitim dosyasına süreçte lazım olacak bilgi, belge ve içerikler dosyalanabilir.

Çözüm 3; mobil cihazınız en büyük asistanınızdır. Çevrimiçi uygulamaları kullanıma hazır bulundurmak her koşulda öğretmenin imdadına yetişecek can simidi olabilir.





22 Ocak 2021 Cuma

Karne Günü Mesajı

 

Kıymetli Anne babalar,


Bu gün minik yavrularımız soruyor "Öğretmenim, karnemiz nerede?" diye. Onlara "Niçin karne bekliyorsunuz, ne yapacaksınız karneyi?" diyorum. Kaç puan aldığımızı görmek için istiyoruz, diyorlar. Ben size hiç puan vermedim ki, desem de yine de ısrar ediyorlar. Ben de hepinize yüz verdim, yeter mi, diyorum. Mutlu oluyorlar.


Bazılarımızın; hocam doğanın düzeni bu, hayat bir rekabet sahnesi, bu sebeple karne ve sınavı öğrenmeli çocuklar, dediğini duyar gibiyim...


Oysa hayat böyle değil, bu bizim ezberimiz. Doğada hiç bir aslan topluluğu ailenin küçük aslancığına karne vermiyor. Serçe ailesi de minik serçeye karne vermiyor. Kediler, yunuslar ve tüm canlılar böyle...


Sadece biz insanlar herşeyi ölçüp biçmeye, insanları puanlamaya, sıralamaya ve kategorilendirmeye bayılıyoruz.


Oysa bir aslan yavrusu artık kendi başına avlanma yeteneği kazandığı zaman aslan topluluğu ona bir karne vermiyor. 


Aynı şekilde bir serçenin ailesine vereceği en iyi karne kendi kanat çırpışlarıyla yaptığı yolculuktur. Serçenin kanat çırpmak için başkalarının kanatlarına ihtiyacı yoktur. Bunu kendi kanatlarıyla yapmalıdır. Bunun için yargılanmaya, sıralanmaya, aşağılanmaya değil; yüreklenmeye, desteklenmeye, anlaşılmaya ve aile bireylerinin tahammülüne ihtiyacı vardır.


Bizim için en iyi karne ise çocuklarımızın hayatlarında gözlemlediğimiz duruşlar, değerler ve üretimlerdir.


Depremde yıkılan konutların mühendislerinin karnelerini inceleme imkanımız olsaydı eminim hep 5'lerle ve 100'lerle karşılaşırdık. Oysa bizim için onların karnesi hep yıkık, dökük ve çürüklerle doludur.


İlla bir karne vereceksek kendimize verelim. Çocuklarımız için, içinde yaşadığımız doğa için, toplum için, ülkemiz için, insanlık için ne yaptık?