değerler eğitimi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
değerler eğitimi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Mayıs 2021 Pazartesi

SEN BOZUKSUN, DÜNYA SENDEN DOLAYI BOZUK (SON)

Tolstoy der ki; bozulduğu zaman insandan daha korkunç bir yaratık yoktur. Peki insan neden bozulur?

Peter Stearns, Çocukluğun Tarihi kitabında Hristiyan batı dünyasının John Lock'a kadar inançları gereği ana rahmine düşen her çocuğu günahkar kabul ettiğini, çünkü çocuğa Adem’in günahının geçtiğini ve affedilmeye ihtiyacı olduğunu, bu yüzden doğan her çocuğun vaftiz edildiğini söyler. Buradan hareketle Batı, çocuklarını cezalandırmaktan, onlara şiddet uygulamaktan çekinmez.

On yedinci yüzyılda, Amerika yerlileri (Kızılderililer) Avrupalı göçmenlerin çocuklarını dövmeleri karşısında dehşete düşmüşlerdi, diye belirtir. Çünkü yerliler asla çocuklarını dövmezlerdi. Hristiyan dünyasının tutumu böyleyken, İslam’da her çocuk günahsız doğar ve akıl baliğ olana kadar yaptıklarından sorumlu tutulmaz.

Peki İslam inancına göre saf, günahsız ve iyilik fıtratı üzerine doğan “insan” nasıl oluyor da suç makinesine dönüşebiliyor?

Albert Bandura bununla ilgili bir dizi deney yapmıştır. Bandura’nın bir deneyi şöyledir. Anaokulu çocuklarını 2 gruba böler. Birinci grup, bir odaya alınır. Oyuncaklarla oynar, resim çizer. Bir yetişkin içeri girer ve odada bulunan şişme bebeği tekmelemeye, yumruklamaya başlar. 10 dakika boyunca hakaret eder. Sonra odadan çıkar.

İkinci grup ise aynı şekilde oyun oynamaları için odaya alınırlar. Sonra bir yetişkin gelir fakat bu sefer şişme bebeğe şiddet uygulamaz, aksine ona çok nazik davranır.

Daha sonra çocuklar oyuncaklarla dolu bir odaya bırakılır. Saldırgan yetişkini seyreden 1. gruptaki çocuklar, odadaki oyuncaklardan çekiç, silah ve benzeri saldırgan oyuncakları seçerler ve şişme bebeğe şiddet uygulamaya başlarlar. Hatta şiddet uygulamak için kendi tekniklerini bile geliştirirler. Bu çocukların özellikle silahlara daha fazla ilgi göstermeleri dehşet vericidir, çünkü model aldıkları yetişkin silah kullanmamıştır.

Şiddet içermeyen yetişkinin girdiği odadaki çocuklar ise oyun odasına girdiklerinde güzel güzel oynarlar, hiçbiri şişme bebeğe vurma davranışı göstermezler. Bandura, buradan hareketle Sosyal Öğrenme Kuramını geliştirir.

Mesela biz öğretmenler okullarda çocuklara küfretmeyi, kavgayı, mızıkçılığı, işgüzar ve bencil olmayı öğretmeyiz. Peki çocuklar bu davranışları nereden öğrenir? Yakınınızdaki bir çocuk parkında oynayan çocukları kısa bir süre gözlemlerseniz, çocuklar ve aileleri hakkında bir kanıya sahip olabilirsiniz.

Bir Afrika atasözü der ki; bir çocuk yetiştirmek için bir köy lazım. Evet, köydeki herkes çocuğun gelişiminden, davranışlarından, geleceğinden sorumludur. Köyde ne kadar hırsız, arsız, sahtekar varsa köyün atmosferi o denli bozuktur.

Bir zamanlar bir şehirde en iyi buğday yetiştirme yarışması düzenlenir. Her sene aynı köyden aynı çiftçiler dereceye girer. Birinci olana iyi buğday yetiştirmenin sırrı sorulduğunda şöyle cevap verir; kullandığım iyi tohumları komşularımla da paylaşırım. Çünkü tarlalarımız yan yana. Rüzgar onların kötü tohumlarını benim tarlama bırakırsa benim de buğdaylarımın kalitesi düşer. Dayanışma ve sorumluluk olmadan iyi buğday yetişir mi hiç?

Sahi bizim köyde durumlar nasıl? Birlikte göz atalım. Hukukun üstünlüğünde 126 ülke arasında 109. sıradayız, en zenginlerimiz ile en yoksullarımızın eğitim harcamaları arasında 20,5 kat fark var, ülkenin sadece %14’ü komşusuna güvenirken tanıdıklarına güvenenlerin oranı ise %20’lerde. Selçuk Şirin’in deyişiyle, altı komşumuzdan beşine, beş arkadaşımızdan dördüne güvenmeyen bir toplumuz. Daha da uzatmayayım…

Evet, bu tablonun sorumlusunu uzaklarda aramaya gerek yok. Edip Ahmet Yükneki’nin -yazımıza da başlık olan- Atabetü’l Hakayık’ta dediği gibi; sen bozuksun bu yüzden toplum bozuk, dünya bozuk, insanlık bozuk. İlla bir şeyleri düzeltmek istiyorsan, önce kendini düzelt.

24 Nisan 2021 Cumartesi

SEN BOZUKSUN, DÜNYA SENDEN DOLAYI BOZUK (II.KISIM)

 

SEN BOZUKSUN, DÜNYA SENDEN DOLAYI BOZUK (II. KISIM)

 

Kemal Sunal’ın 1978 yapımı “100 Numaralı Adam” filmini bilirsiniz. Orada şöyle bir diyalog geçer;
-Babamın 2 ineği var. 30 litre süt alıyor, 100 litre satıyor.
-Bu nasıl oluyor?
-Sular kesilmezse bal gibi de oluyor.
 
Stüdyodaki konuklar alkışlamaya başlıyor. Ve Şaban devam ediyor;
-Yok abiler yok, babam da olsa halkı kazıklayanların alkışlanmasını istemem.

 

43 yıl sonra durum farklı mı? Mesela Ticaret Bakanı kendi şirketini kullanarak bakanlığa temizlik malzemesi satıyor. Hem de 100 liralık ürünü 175 liraya satıyor. Peki bu nasıl oluyor, diye sorabilirsiniz. Ben de derim ki; sular kesilmezse bal gibi de oluyor. Halkın alın terini kendi değirmenine kova kova taşıyanların “suları kesilmediği” sürece, etik değerlere sahip ahlaklı yöneticileri hak ettikleri yerlere getirmediğimiz sürece böyle de devam edecek.

 

Peki nedir bu ahlak ve/veya etik değer?

 

Ahlak kelimesinin kökeni “halk” kelimesi ile aynıdır. Buradan yola çıkarak ahlakın tanımını, halkın kahir ekseriyetinin kabul ettiği davranış biçimleridir diye tanımlarsak hata etmiş olmayız sanırım. Peki halk ahlaksızlığı ahlak gibi görmeye başlarsa, süte su katanı aynı stüdyodakiler gibi büyük bir vecd ile alkışlarsa, bu tanımı nereye koyacağız?

 

İslam alimi Gazali, ahlakı toplumda değil, kişinin kendi içerisinde aramaktadır. “Ahlak, insan nefsinde yerleşen öyle bir melekedir ki, bu meleke sayesinde davranışlar hiçbir zorlama olmaksızın, düşünüp taşınmadan kolaylıkla ve rahatça ortaya çıkar” diyor. Yani alışkanlık haline gelen ahlak kendiliğinden ortaya çıkar. Bunun için zorlamaya, yaptırıma gerek yoktur, diyor.

 

Günümüz dünyası ise -özellikle kamu hizmetlerinde- ahlak yerine “etik değerleri” öne çıkarmaktadır. Etik değerler; kişiye, zümreye, inanca ve ırka göre değişmeyen, temel evrensel ilkeler ve değerler bütünü olarak tanımlanabilir. Mesela ABD seçimlerinde Obama’nın 3.kez başkan seçilme potansiyeli olmasına rağmen aday olmaması, bir yasa değişikliği ile tekrar aday olabilecekken buna tenezzül etmemesi, sahip olduğu etik değerlerle alakalıdır.

 

2014 Dünya Değerler Araştırması ve 2012 Türkiye Değerler Atlası raporuna göre; Türk toplumu, Avrupa'nın ve dünyanın en dindar toplumlarından birisidir. Dinin toplum yaşamındaki yeri %68,1 gibi oldukça yüksek bir oranla en üst düzeylerdedir. Diğer taraftan aynı araştırmada Türk toplumunun insanlara güveninin oldukça düşük olduğu belirtilmiştir. Halkın yalnızca 11,6’sı çoğu insana güvenilebileceğini düşünürken, yüzde 82,9’luk kesim çoğu insanı güvensiz buluyor.

 

Evet sözde dindarız ama birbirimize güvenmiyoruz. Hatta kendimize dahi güvenmiyoruz. Oysa toplumların sosyal sermayesi güvendir. Güven varsa güvenlik vardır, istikrar vardır, ilerleme vardır, adalet, sağlık vs vardır.

 

Peygamber Efendimiz bir gün pazarda bir buğday tezgahına uğrar. Elini buğday yığınının içine daldırınca parmakları ıslanır. Bunun üzerine satıcıya; “Bu ıslaklık ne?” diye sorar. Adam; “Ey Allah’ın Resulü! Yağmur ıslattı”, cevabı verince. “İnsanların görüp aldanmaması için o ıslak kısmı çuvalın üstüne çıkarsaydın ya!” karşılığını verir. Ardından da; “Bizi aldatan, bizden değildir.” buyurmuştur.

 

Sahi günümüzde malının, fikrinin, icraatlarının, karakterinin ıslak kısmını çuvalın altına koymayan var mı? Islak kısmı da kuru kısmıyla birlikte şaffaf olarak sizlere sunanlara “malı kötü” muamelesi yapıp, ıslak kısmı alta koyanlara methiyeler mi diziyorsunuz? Hadi ilkinde “aldatıldık” dediniz. Peki sonrasında? Allah affetsin mi? Ne diyor Hadis-i Şerif’te; müslüman aynı delikten iki defa sokulmaz.

 

Yazımızın ikinci kısmını Baba Müslüm’ün güzel bir deyişiyle noktalayalım; kul günahkârsa Tanrı ne yapsın?


23 Aralık 2017 Cumartesi

Pal Sokağı Çocukları ve Vatanseverlik

Bir gün ilkokul öğretmenimiz elinde bir kitapla geldi sınıfa. Biraz kitaptan bahsetti ve kendisi için bu kitabın çok değerli olduğunu söyledi. "Kim okumak ister" diye sorduğunda herkes çığlık çığlığa parmak kaldırınca hepimize aynı anda veremeyeceği için hakkaniyetli olması açısından kitaplık defterine baktı. O sırada en çok kitap okuyan ben olduğum için ilk olarak okumak bana nasip oldu...

Aradan en az 26 yıl geçmesine rağmen hâlâ Nemeçek'i, Pal Sokağı Çocuklarını ve Sibel öğretmenimi unutmadım. Her hatırladığımda ise burnumun direği sızlar...

Vatan sevgisini bir çocuğa kazandırmanın belki de en güzel, en edebi ve en gerçekçi yoluydu bu...

Yükselen apartmanlara karşı ellerinde kalan son oyun sahasını korumak için canını dişine takan fedakar çocukların yürek ısıtan romanı...

Bir çocuk; evini, sokağını, mahallesini tanımaz,  sahiplenmez ise ülkesini ve milletini de sevemez, sahiplenemez.

Eğitimde "yakından uzağa, somuttan soyuta, basitten karmaşığa, öğrenciye uygunluk ve bilinenden bilinmeyene " ilkeleri vardır. Bu romanda tüm bunlar var.

Doğruluk, yardımseverlik gibi birçok temel değeri içeren ve oyun sahası bağlamında vatanseverliği de örtülü olarak içeren bir roman. İyi ki okumuşum. İyi ki Sibel öğretmenim beni bu kitapla tanıştırmış. Şimdi ben de öğrencilerime tavsiye ediyorum.

Pal Sokağı Çocukları'na benzeyen bir çok kitap yazıldı, film yapıldı. Ama hiç biri onun yerini tutamadı.

9 yaş üzeri çocukların okumasında fayda görüyorum.

11 Kasım 2015 Çarşamba

DİN EĞİTİMİ ÜZERİNE

Üstün DÖKMEN, bir süre önce Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı’nın da bulunduğu bir sempozyumda şu cümleleri sarf etmişti;
Van depreminde Türkiye 5 aldı. Kolonları kesip galeri yapan da 5 aldı, ölen de. Herkesin din dersi 5’ti ama bunca hırsız, ahlaksız, uğursuz nereden çıktı? 

Bu sözler, “Din eğitiminde nerede yanlış yapıyoruz?” sorusunun cevabını düşünmeye ve sorgulamaya sevk etti. Ve bu yazının fitilini ateşledi.

-Yemeğini bitirmek istemeyen çocuğa “Yemeğini bitirmezsen Allah seni çarpar!” diye tehdit eden bir anne-baba düşünün.
-Büyükbabasının niçin öldüğünü soran çocuğa “Allah böyle istedi.” Diye cevap veren bir anne-baba,
-Deprem, sel gibi doğal afetleri merak eden çocuğa “Depremi yapan da Allah, depremden kurtaran da…” diyen anne-baba,
-Engelli birini görüp, bunu yadırgayan ve sorgulayan çocuğa “Allah onu da ayaksız yarattı oğlum.” diyen ebeveynler,
-Fakirliğini “Allah bizi yoklukla sınıyor.” diye perdeleyen anne babalar hayal edin…

7-8 yaşlarındaki bir çocuğa böyle cevaplar verdiğiniz zaman, onun ruh halini düşünebiliyor musunuz?
Allah, çocuğun gözünde sevdiklerini elinden alan, büyük felaketlere sebep olan, ufacık çocukları açlıkla sınayan, insanları kolsuz bacaksız bırakan, görünmeyen, konuşmayan ama her şeyi gören, duyan, her şeye karışan bir korkunç devden ibaret olur.
Çocuk 9 yaşına kadar somut düşünme becerisine sahip olmadığı için, dini eğitimin bu yaşlarda verilmesinde çok dikkatli olunması gerekir. Mümkün olduğu kadar soyut kavramlara girilmeden, örnek olaylar ve ahlak eğitimi üzerinde yoğunlaşılmalı. Somutlaştırılmış ahlak eğitimi, dini eğitimin temelini oluşturmalıdır.
Büyükbabanın ölümü, deprem, sakatlık, ekmek israfı ve yoksulluk gibi şeylerin sebepleri çocuğun anlayabileceği düzeyde, somut verilerle anlatılmalıdır.
Örneğin, dedenin ölümünü bir çiçeğin filizlenip, büyümesi ve sonra kurumasıyla ilişkilendirerek, doğadaki tüm canlıların bu süreci yaşadığı net, basit ve tutarlı sözcüklerle açıklanabilir.
Her şeyin nedenini Allaha bağlayan çocuk, olayları ve durumları sorgulamadan uzak bir biçimde, dogmatik düşüncelerle kabullenecektir.
Araştırarak, sorgulayarak, düşünerek, deneyimleyerek velhasılı çalışarak üretme yerine, hazır cevaplı ve miskin bir anlayışa teslim olacaktır.
İngiltere’de yapılan bir araştırmada ilkokulda felsefe öğrenen çocukların İngilizce ve matematik derslerinde daha başarılı olduğunu ortaya koymuştur. Araştırma 9-10 yaşındaki çocuklarda olumlu sonuç vermiştir.
7 yaşındaki çocuğun eline zikirmatik verip, 8 yaşındaki kız çocuğuna “Saçlarını açanları Allah cehennemde yakar.” diyerek tembihleyip okula yollarsak bu çocukların ruh dünyasında telafisi mümkün olmayan hasarlara yol açarız.
Sınavlara hazırlanırken çalışmak yerine Eyüp Sultan’a dilek dilemeye giden, doktora görünmek yerine hocaya okutmaya giden, yoksulluğu çalışmakta değil de türbelere yüz sürmekte arayan nesil hep bu yanlış din eğitiminin ürünüdür.
Sosyal paylaşım sitelerinde üzerinde “Allah” yazan bal peteklerini, ağaç dallarını, kayaları görmüşsünüzdür. Neredeyse İngilizcedeki “W” harfini bile “Allah lafzı” diye paylaşacak seviyeye geldik.
Dünya kuyruklu yıldıza mekik gönderip, evren genişlemesini, kara deliği, zaman kaymasını, kök hücreyi, yapay zekâyı tartışırken bizim şeftali çekirdeğinde Allah’ı aramamız da doğrudan bununla ilgilidir.
Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Prof.Dr.M.Şevki AYDINBöyle bir dindarlık bireyin düşünme, sorgulama, seçme, karar verme, sorun çözme gibi insani yeteneklerini besleyip büyüten güç olmaktan çıkar, bunlara ket vuran etkili bir unsura dönüşür. Avrupa insanının aydınlanma yolunda inanan insanın yerine düşünen insanı yetiştirme ihtiyacı duyması, işte böyle bir olumsuz dindarlık anlayışını yok etmeye mecbur olmasından kaynaklanıyordu. İslam’ı böyle bir duruma düşürmeye kimsenin hakkı yoktur.”
Dinin temeli güzel ahlaktır. Güzel ahlak, doğruluk, yardımlaşma, merhamet, cesaret, çalışmak, dürüstlük kavramlarını kapsar.
Toplumumuzdaki bu kadar ibadethaneye,  bu kadar din adamımıza, bu kadar dini eğitim veren kuruma ve din kültürü öğretmenlerine rağmen hala bir ahlaki çöküş varsa, sebepleri üzerinde çok kafa yormak lazım.
Hırsızlığı, yalan söylemeyi, sahtekârlığı, bencilliği, duyarsızlığı, sevgisizliği ve nezaketsizliği bir sebep olarak değil, sonuç olarak görmeliyiz.
Peki, bu konuda anne-baba, öğretmen ve bir birey olarak bizler ne yapmalıyız?
1-En güzel eğitim iyi örnek olmakla başlar. O halde çocuklarımıza iyi örnek olmalıyız.
2-Aile ahlak eğitiminin temelidir. Aile yapısını ahlaki temellere oturtmalıyız.
3-Okullarda dini eğitim verilirken çocuk psikolojisini göz önünde bulundurmalıyız.
4-Din eğitimini ehliyetli ve pedagojik alt yapısı olan öğretmenler tarafından vermeliyiz.
5-Okulda edinilen din kültürünün okul dışında gerçekleştirilecek sosyal sorumluluk projeleriyle uygulamaya koyulması ve içselleştirilmesini sağlamalıyız.
6-Cennet-cehennem, günah-sevap, haram, helal, ölüm gibi çocukların merak duyduğu konularda sorularını cevapsız bırakmamalıyız.
7-Olumlu örnekler üzerinden ve düzeye uygun şekilde, korkutmadan anlatın ki, çocuk bu soruların cevabını dışarıdaki kontrolsüz ve uygunsuz ortamlarda aramasın.
Çocuklarımıza bırakacağımız en kötü miras bozulmuş ahlak ve özünden uzaklaştırılmış dindir. Kendimizi değiştirme imkânımız olmayabilir, lakin onlar için geç değil.
Bu konu ile ilgili üzerimize düşen sorumlulukları bilmeli ve yerine getirmeliyiz.

Henüz vakit varken…