Tolstoy der ki; bozulduğu zaman insandan daha korkunç bir yaratık yoktur. Peki insan neden bozulur?
Peter Stearns, Çocukluğun Tarihi kitabında
Hristiyan batı dünyasının John Lock'a kadar inançları gereği ana rahmine düşen
her çocuğu günahkar kabul ettiğini, çünkü çocuğa Adem’in günahının geçtiğini ve
affedilmeye ihtiyacı olduğunu, bu yüzden doğan her çocuğun vaftiz edildiğini
söyler. Buradan hareketle Batı, çocuklarını cezalandırmaktan, onlara şiddet
uygulamaktan çekinmez.
On yedinci yüzyılda, Amerika yerlileri (Kızılderililer)
Avrupalı göçmenlerin çocuklarını dövmeleri karşısında dehşete düşmüşlerdi, diye
belirtir. Çünkü yerliler asla çocuklarını dövmezlerdi. Hristiyan dünyasının tutumu
böyleyken, İslam’da her çocuk günahsız doğar ve akıl baliğ olana kadar
yaptıklarından sorumlu tutulmaz.
Peki İslam inancına göre saf, günahsız ve iyilik fıtratı
üzerine doğan “insan” nasıl oluyor da suç makinesine dönüşebiliyor?
Albert Bandura
bununla ilgili bir dizi deney yapmıştır. Bandura’nın bir deneyi şöyledir.
Anaokulu çocuklarını 2 gruba böler. Birinci grup, bir odaya alınır.
Oyuncaklarla oynar, resim çizer. Bir yetişkin içeri girer ve odada bulunan
şişme bebeği tekmelemeye, yumruklamaya başlar. 10 dakika boyunca hakaret eder.
Sonra odadan çıkar.
İkinci grup ise aynı şekilde oyun oynamaları için odaya
alınırlar. Sonra bir yetişkin gelir fakat bu sefer şişme bebeğe şiddet
uygulamaz, aksine ona çok nazik davranır.
Daha sonra çocuklar oyuncaklarla dolu bir odaya bırakılır. Saldırgan
yetişkini seyreden 1. gruptaki çocuklar, odadaki oyuncaklardan çekiç, silah ve
benzeri saldırgan oyuncakları seçerler ve şişme bebeğe şiddet uygulamaya
başlarlar. Hatta şiddet uygulamak için kendi tekniklerini bile geliştirirler. Bu
çocukların özellikle silahlara daha fazla ilgi göstermeleri dehşet vericidir, çünkü
model aldıkları yetişkin silah kullanmamıştır.
Şiddet içermeyen yetişkinin girdiği odadaki çocuklar ise
oyun odasına girdiklerinde güzel güzel oynarlar, hiçbiri şişme bebeğe vurma
davranışı göstermezler. Bandura, buradan hareketle Sosyal Öğrenme Kuramını geliştirir.
Mesela biz öğretmenler okullarda çocuklara küfretmeyi,
kavgayı, mızıkçılığı, işgüzar ve bencil olmayı öğretmeyiz. Peki çocuklar bu davranışları nereden
öğrenir? Yakınınızdaki bir çocuk parkında oynayan çocukları kısa bir
süre gözlemlerseniz, çocuklar ve aileleri hakkında bir kanıya sahip
olabilirsiniz.
Bir Afrika atasözü der ki; bir çocuk yetiştirmek için bir
köy lazım. Evet, köydeki herkes çocuğun gelişiminden, davranışlarından,
geleceğinden sorumludur. Köyde ne kadar hırsız, arsız, sahtekar varsa köyün
atmosferi o denli bozuktur.
Bir zamanlar bir şehirde en iyi buğday yetiştirme yarışması
düzenlenir. Her sene aynı köyden aynı çiftçiler dereceye girer. Birinci olana iyi
buğday yetiştirmenin sırrı sorulduğunda şöyle cevap verir; kullandığım iyi
tohumları komşularımla da paylaşırım. Çünkü tarlalarımız yan yana. Rüzgar
onların kötü tohumlarını benim tarlama bırakırsa benim de buğdaylarımın
kalitesi düşer. Dayanışma ve sorumluluk olmadan iyi buğday yetişir mi hiç?
Sahi bizim köyde durumlar nasıl? Birlikte göz atalım. Hukukun
üstünlüğünde 126 ülke arasında 109. sıradayız, en zenginlerimiz ile en
yoksullarımızın eğitim harcamaları arasında 20,5 kat fark var, ülkenin sadece
%14’ü komşusuna güvenirken tanıdıklarına güvenenlerin oranı ise %20’lerde.
Selçuk Şirin’in deyişiyle, altı komşumuzdan beşine, beş arkadaşımızdan
dördüne güvenmeyen bir toplumuz. Daha da uzatmayayım…
Evet, bu tablonun sorumlusunu uzaklarda aramaya gerek yok. Edip
Ahmet Yükneki’nin -yazımıza da başlık olan- Atabetü’l Hakayık’ta
dediği gibi; sen bozuksun bu yüzden toplum bozuk, dünya bozuk, insanlık bozuk.
İlla bir şeyleri düzeltmek istiyorsan, önce kendini düzelt.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
"Latince bir sözcük olan "Educare" inşa etmek, ayağa kaldırmak, dikmek ve desteklemek anlamına gelir. Her çeşit eğitimin temeli ve esasıdır."
Sizleri yeniden sayfamda görmeyi umut ediyorum.
İyi günler...
Niyazi AKSOY