SEN BOZUKSUN,
DÜNYA SENDEN DOLAYI BOZUK (II. KISIM)
-Babamın 2 ineği var. 30 litre süt alıyor, 100 litre satıyor.
-Bu nasıl oluyor?
-Sular kesilmezse bal gibi de oluyor.
-Yok abiler yok, babam da olsa halkı kazıklayanların alkışlanmasını istemem.
43 yıl sonra durum farklı mı? Mesela Ticaret Bakanı kendi
şirketini kullanarak bakanlığa temizlik malzemesi satıyor. Hem de 100 liralık ürünü
175 liraya satıyor. Peki bu nasıl oluyor, diye sorabilirsiniz. Ben de derim ki;
sular kesilmezse bal gibi de oluyor. Halkın alın terini kendi değirmenine kova
kova taşıyanların “suları kesilmediği” sürece, etik değerlere sahip ahlaklı
yöneticileri hak ettikleri yerlere getirmediğimiz sürece böyle de devam edecek.
Peki nedir bu ahlak ve/veya etik değer?
Ahlak kelimesinin kökeni “halk” kelimesi ile aynıdır.
Buradan yola çıkarak ahlakın tanımını, halkın kahir ekseriyetinin kabul ettiği
davranış biçimleridir diye tanımlarsak hata etmiş olmayız sanırım. Peki halk
ahlaksızlığı ahlak gibi görmeye başlarsa, süte su katanı aynı stüdyodakiler
gibi büyük bir vecd ile alkışlarsa, bu tanımı nereye koyacağız?
İslam alimi Gazali, ahlakı toplumda değil, kişinin kendi
içerisinde aramaktadır. “Ahlak, insan
nefsinde yerleşen öyle bir melekedir ki, bu meleke sayesinde davranışlar hiçbir
zorlama olmaksızın, düşünüp taşınmadan kolaylıkla ve rahatça ortaya çıkar”
diyor. Yani alışkanlık haline gelen ahlak kendiliğinden ortaya çıkar. Bunun
için zorlamaya, yaptırıma gerek yoktur, diyor.
Günümüz dünyası ise -özellikle kamu hizmetlerinde- ahlak
yerine “etik değerleri” öne çıkarmaktadır. Etik değerler; kişiye, zümreye,
inanca ve ırka göre değişmeyen, temel evrensel ilkeler ve değerler bütünü
olarak tanımlanabilir. Mesela ABD seçimlerinde Obama’nın 3.kez başkan seçilme
potansiyeli olmasına rağmen aday olmaması, bir yasa değişikliği ile tekrar aday
olabilecekken buna tenezzül etmemesi, sahip olduğu etik değerlerle alakalıdır.
2014 Dünya Değerler Araştırması ve 2012 Türkiye Değerler
Atlası raporuna göre; Türk toplumu, Avrupa'nın ve dünyanın en dindar
toplumlarından birisidir. Dinin toplum yaşamındaki yeri %68,1 gibi oldukça
yüksek bir oranla en üst düzeylerdedir. Diğer taraftan aynı araştırmada Türk
toplumunun insanlara güveninin oldukça düşük olduğu belirtilmiştir. Halkın
yalnızca 11,6’sı çoğu insana güvenilebileceğini düşünürken, yüzde 82,9’luk kesim
çoğu insanı güvensiz buluyor.
Evet sözde dindarız ama birbirimize güvenmiyoruz. Hatta
kendimize dahi güvenmiyoruz. Oysa toplumların
sosyal sermayesi güvendir. Güven varsa güvenlik vardır, istikrar vardır,
ilerleme vardır, adalet, sağlık vs vardır.
Peygamber Efendimiz bir gün pazarda bir buğday tezgahına
uğrar. Elini buğday yığınının içine daldırınca parmakları ıslanır. Bunun
üzerine satıcıya; “Bu ıslaklık ne?” diye sorar. Adam; “Ey Allah’ın Resulü!
Yağmur ıslattı”, cevabı verince. “İnsanların görüp aldanmaması için o ıslak
kısmı çuvalın üstüne çıkarsaydın ya!” karşılığını verir. Ardından da; “Bizi
aldatan, bizden değildir.” buyurmuştur.
Sahi günümüzde malının, fikrinin, icraatlarının,
karakterinin ıslak kısmını çuvalın altına koymayan var mı? Islak kısmı da kuru
kısmıyla birlikte şaffaf olarak sizlere sunanlara “malı kötü” muamelesi yapıp,
ıslak kısmı alta koyanlara methiyeler mi diziyorsunuz? Hadi ilkinde
“aldatıldık” dediniz. Peki sonrasında? Allah affetsin mi? Ne diyor Hadis-i
Şerif’te; müslüman aynı delikten iki defa sokulmaz.
Yazımızın ikinci kısmını Baba Müslüm’ün güzel bir
deyişiyle noktalayalım; kul günahkârsa Tanrı ne yapsın?