31 Aralık 2015 Perşembe

Kimse Bilmez...

İnsan her zaman bir şeyleri erteler. Düşün, en son neyi erteledin? Ne için, nelerden vaz geçtin? Başlamak isteyip de başlamadığın neler var? Başlayıp da bitiremediklerinin oluşturduğu tortu daraltıyor mu ruhunu?

Düşün, en son neyi feda ettin. Kimin için, ne için?

Kendin için -evet sadece kendin için-  ne yaptın? En son ne zaman yüksek bir tepeye çıkıp ufukları seyrettin? Şehre ne zaman yüksekten baktın?

En son ne zaman uyumadan önce başını kaldırıp göklere baktın? Yıldızlar, gezegenler, galaksiler… Neredeyim? Buraya nereden geldim? Neden buradayım? Bu sonsuzluk ne zaman son bulur? Diye derin düşüncelere daldın?

Sahi en son ne zaman bir çocuk masalı okudun? Kafandaki yetişkin kurttan kurtulup, ne zaman bir çocukluk yaptın? En son ne zaman kendin için bir çay demledin, kahve yudumladın? Müziğin sesini yükseltip güzel anıları yâd etmeyeli kaç zaman oldu?

Sebepsiz yere ıslık çaldığın oldu mu hiç? Deli diyenlere gülümseyip “eyvallah” demeyeli, sebepsiz yere kahkahalar atmayalı ne kadar oldu?

Kısacık hayata sığdırdığın acıları, ayrılıkları, kırgınlıkları, öfkelenmişlikleri ne çok düşündün, onlarla ne çok vakit harcadın değil mi?

“Deli gibi sevmek, ruhumuzda var” derken ne çok mutsuzmuşsun meğer. Zarifoğlu’nun dediği gibi, asıl keramet buluttaydı, ama herkes ne yazık ki yağmura şiir yazdı. Oysa yağmur, bulutun çimende bıraktığı gözyaşıydı sadece…

Şimdi “bir fırsatım daha olsaydı, şunu da yapardım” dediğin şeyi yapmanın tam zamanı. Çünkü hayat, tekrarı olmayan bir tiyatrodur. Ya seyredersin, ya da oynarsın.


Hadi, şimdi oyun vakti; mutlu yıllar…

11 Kasım 2015 Çarşamba

DİN EĞİTİMİ ÜZERİNE

Üstün DÖKMEN, bir süre önce Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı’nın da bulunduğu bir sempozyumda şu cümleleri sarf etmişti;
Van depreminde Türkiye 5 aldı. Kolonları kesip galeri yapan da 5 aldı, ölen de. Herkesin din dersi 5’ti ama bunca hırsız, ahlaksız, uğursuz nereden çıktı? 

Bu sözler, “Din eğitiminde nerede yanlış yapıyoruz?” sorusunun cevabını düşünmeye ve sorgulamaya sevk etti. Ve bu yazının fitilini ateşledi.

-Yemeğini bitirmek istemeyen çocuğa “Yemeğini bitirmezsen Allah seni çarpar!” diye tehdit eden bir anne-baba düşünün.
-Büyükbabasının niçin öldüğünü soran çocuğa “Allah böyle istedi.” Diye cevap veren bir anne-baba,
-Deprem, sel gibi doğal afetleri merak eden çocuğa “Depremi yapan da Allah, depremden kurtaran da…” diyen anne-baba,
-Engelli birini görüp, bunu yadırgayan ve sorgulayan çocuğa “Allah onu da ayaksız yarattı oğlum.” diyen ebeveynler,
-Fakirliğini “Allah bizi yoklukla sınıyor.” diye perdeleyen anne babalar hayal edin…

7-8 yaşlarındaki bir çocuğa böyle cevaplar verdiğiniz zaman, onun ruh halini düşünebiliyor musunuz?
Allah, çocuğun gözünde sevdiklerini elinden alan, büyük felaketlere sebep olan, ufacık çocukları açlıkla sınayan, insanları kolsuz bacaksız bırakan, görünmeyen, konuşmayan ama her şeyi gören, duyan, her şeye karışan bir korkunç devden ibaret olur.
Çocuk 9 yaşına kadar somut düşünme becerisine sahip olmadığı için, dini eğitimin bu yaşlarda verilmesinde çok dikkatli olunması gerekir. Mümkün olduğu kadar soyut kavramlara girilmeden, örnek olaylar ve ahlak eğitimi üzerinde yoğunlaşılmalı. Somutlaştırılmış ahlak eğitimi, dini eğitimin temelini oluşturmalıdır.
Büyükbabanın ölümü, deprem, sakatlık, ekmek israfı ve yoksulluk gibi şeylerin sebepleri çocuğun anlayabileceği düzeyde, somut verilerle anlatılmalıdır.
Örneğin, dedenin ölümünü bir çiçeğin filizlenip, büyümesi ve sonra kurumasıyla ilişkilendirerek, doğadaki tüm canlıların bu süreci yaşadığı net, basit ve tutarlı sözcüklerle açıklanabilir.
Her şeyin nedenini Allaha bağlayan çocuk, olayları ve durumları sorgulamadan uzak bir biçimde, dogmatik düşüncelerle kabullenecektir.
Araştırarak, sorgulayarak, düşünerek, deneyimleyerek velhasılı çalışarak üretme yerine, hazır cevaplı ve miskin bir anlayışa teslim olacaktır.
İngiltere’de yapılan bir araştırmada ilkokulda felsefe öğrenen çocukların İngilizce ve matematik derslerinde daha başarılı olduğunu ortaya koymuştur. Araştırma 9-10 yaşındaki çocuklarda olumlu sonuç vermiştir.
7 yaşındaki çocuğun eline zikirmatik verip, 8 yaşındaki kız çocuğuna “Saçlarını açanları Allah cehennemde yakar.” diyerek tembihleyip okula yollarsak bu çocukların ruh dünyasında telafisi mümkün olmayan hasarlara yol açarız.
Sınavlara hazırlanırken çalışmak yerine Eyüp Sultan’a dilek dilemeye giden, doktora görünmek yerine hocaya okutmaya giden, yoksulluğu çalışmakta değil de türbelere yüz sürmekte arayan nesil hep bu yanlış din eğitiminin ürünüdür.
Sosyal paylaşım sitelerinde üzerinde “Allah” yazan bal peteklerini, ağaç dallarını, kayaları görmüşsünüzdür. Neredeyse İngilizcedeki “W” harfini bile “Allah lafzı” diye paylaşacak seviyeye geldik.
Dünya kuyruklu yıldıza mekik gönderip, evren genişlemesini, kara deliği, zaman kaymasını, kök hücreyi, yapay zekâyı tartışırken bizim şeftali çekirdeğinde Allah’ı aramamız da doğrudan bununla ilgilidir.
Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Prof.Dr.M.Şevki AYDINBöyle bir dindarlık bireyin düşünme, sorgulama, seçme, karar verme, sorun çözme gibi insani yeteneklerini besleyip büyüten güç olmaktan çıkar, bunlara ket vuran etkili bir unsura dönüşür. Avrupa insanının aydınlanma yolunda inanan insanın yerine düşünen insanı yetiştirme ihtiyacı duyması, işte böyle bir olumsuz dindarlık anlayışını yok etmeye mecbur olmasından kaynaklanıyordu. İslam’ı böyle bir duruma düşürmeye kimsenin hakkı yoktur.”
Dinin temeli güzel ahlaktır. Güzel ahlak, doğruluk, yardımlaşma, merhamet, cesaret, çalışmak, dürüstlük kavramlarını kapsar.
Toplumumuzdaki bu kadar ibadethaneye,  bu kadar din adamımıza, bu kadar dini eğitim veren kuruma ve din kültürü öğretmenlerine rağmen hala bir ahlaki çöküş varsa, sebepleri üzerinde çok kafa yormak lazım.
Hırsızlığı, yalan söylemeyi, sahtekârlığı, bencilliği, duyarsızlığı, sevgisizliği ve nezaketsizliği bir sebep olarak değil, sonuç olarak görmeliyiz.
Peki, bu konuda anne-baba, öğretmen ve bir birey olarak bizler ne yapmalıyız?
1-En güzel eğitim iyi örnek olmakla başlar. O halde çocuklarımıza iyi örnek olmalıyız.
2-Aile ahlak eğitiminin temelidir. Aile yapısını ahlaki temellere oturtmalıyız.
3-Okullarda dini eğitim verilirken çocuk psikolojisini göz önünde bulundurmalıyız.
4-Din eğitimini ehliyetli ve pedagojik alt yapısı olan öğretmenler tarafından vermeliyiz.
5-Okulda edinilen din kültürünün okul dışında gerçekleştirilecek sosyal sorumluluk projeleriyle uygulamaya koyulması ve içselleştirilmesini sağlamalıyız.
6-Cennet-cehennem, günah-sevap, haram, helal, ölüm gibi çocukların merak duyduğu konularda sorularını cevapsız bırakmamalıyız.
7-Olumlu örnekler üzerinden ve düzeye uygun şekilde, korkutmadan anlatın ki, çocuk bu soruların cevabını dışarıdaki kontrolsüz ve uygunsuz ortamlarda aramasın.
Çocuklarımıza bırakacağımız en kötü miras bozulmuş ahlak ve özünden uzaklaştırılmış dindir. Kendimizi değiştirme imkânımız olmayabilir, lakin onlar için geç değil.
Bu konu ile ilgili üzerimize düşen sorumlulukları bilmeli ve yerine getirmeliyiz.

Henüz vakit varken…

4 Kasım 2015 Çarşamba

Hayal et !


Candy Crush oyunuyla ün yapan  King Digital 5.9 milyar liraya satıldı. Yani bizim 3. boğaz köprüsünün ihale bedelinin iki katına...

Düşünüyorum da dünyanın en maceraperest denizcilerinden Kristof Kolomb'un hayallerini kraliçe İsabella desteklemeseydi, bugünkü yeni dünyanın keşfi nasıl gerçekleşecekti?

Ya da Oxford'da filolog olan Prof. J.R.R. Tolkien'in dünyaca tanınmasına sebep olan ve sinemaya uyarlanıp yapımcısına 5 milyar dolar kazandıran fantastik ve hayal ürünü "Yüzüklerin Efendisi" ve "Hobbit" kitaplarına ne demeli...
Hobbit kitabı 1937'de çıktığında alay konusu olup, herkesin eleştirisine maruz kalmıştı.

Onlarca dile çevrilip, 7'den 70'e herkesin müptelası olduğu, ama ilk çıktığında "deli saçması" diye dalga geçilen Harry Potter'ın oluşturduğu dev sermaye piyasasını zaten biliyoruz.

Facebook, twitter, wattsapp, flicker, instagram, google vs gibi dev yazılım şirketlerini saymıyorum bile...

Ben derim ki; kimsenin hayallerini küçümsemeyin.

Çünkü hayal kurmak;
✽ Yaratıcılığı artırır.
✽ Tasarım yapmayı sağlar.
✽ İnovatif düşünceyi tetikler.
✽ Özgünlüğü artırır.
✽ Düşünceyi zenginleştirir.
✽ Heyecan yaratır.
✽ Motivasyonu artırır.

Hayal kurmak, bir fikri gerçekleştirmenin ilk adımıdır. Bu yüzden çocuklarımızın hayallerini küçümsemeyin. Hayal kurmaya teşvik edin. Hayallerini zenginleştirecek bilim kurgu, çizgi roman, karikatür ve fantastik masallar okumasını engellemeyin.

Gelecek, hayal edenlerindir.


25 Ekim 2015 Pazar

Bitişik Eğik Yazıyı Niçin Kullanmalıyız?

Son günlerde sosyal medya üzerinden bitişik eğik yazı kaldırılsın diye bir kampanya başladı. Kampanyaya destek veren velilerimizin konuyla ilgili yeterince bilgisi olmadığını, eğitimcilerin birçoğunun ise “eğitim fakültesi” çıkışlı olmadığını düşünüyorum.

El yazısının gerekliliği henüz öğretmenlere anlatılamamışken veya eğitimciler bunu özümsememişken velilerden destek bulmak elbette çok zor.

Peki, nedir bu bitişik eğik yazıyı dik temel yazıdan üstün kılan özellikler?

Kısaca özetlemek gerekirse;

✓ Eline ilk defa kalem verilen çocuğun yapacağı ilk şekil el yazısı ile "e" sesidir. Eğer bunu biraz daha dikey eksende uzatırsa "l" sesi oluşur. Bu iki sesi kullanarak "el" hecesine ve sonrasında "el ele" öbeğine ulaşırsınız. Yani kısa sürede okumaya geçebilirsiniz.

Yapılandırmacı yaklaşımın özü de budur. Çocuğun öğrendiği her harf hecenin, her hece sözcüğün, her sözcük de cümlenin temelini oluşturduğu için öğrenme, anlamlı ve kalıcı olur.

✓ El yazısı çocuğun kas yapısına çok uygundur. 4-5 yaşında dahi öğrenilebilir. Düz yazı dik, düz ve keskin hatlara sahip olduğu için zordur.

✓ El yazısı estetik kullanıma uygundur. Çocuğun zihinsel, duyusal ve psikomotor gelişimine katkı sağlar.

✓ El yazısı bitişik olduğu için hızlı not almaya uygundur. Mesela düz yazı ile "Mustafa" yazarken 14 defa elinizi kaldırırken el yazısı ile sadece 2 defa kaldırırsınız.

✓ Hızlı yazıldığı için zamandan, bitişik yazıldığı için kâğıttan tasarruf sağlar.

✓ Özellikle ilkokulda noktalama işaretlerinin düzgün kullanılmasında, problem çözme becerilerinin gelişmesinde çok etkilidir. Çünkü kelimeler bitişik yazıldığı için noktalama işaretleri ve rakamlar hemen fark edilir.

✓ Not alırken zihinde tutulan sözcüklerin unutulmasını önler.

✓ Dik temel yazıda hem harfler, hem de sözcükler arasındaki boşluklar kelimelerin bütünsel algılanışını zorlaştırırken bitişik yazıda sözcük bütün olarak kolayca algılanır. Böylece heceleme engellenerek akıcı okuma gerçekleşir.

✓ Sesler birbirine bağlandığı için çocuğun dikkati dağılmaz. Oysa dik temel yazıda her harfte el kalktığı için ve sonraki harfe farklı bir noktadan başlandığı için dikkat dağılabilir.

✓ Çocuğun özgün bir yazım tarzı geliştirmesine olanak sağlar.

✓ Dik temel yazıda çocuğun eli çoğunlukla yazıyı kapatmaktadır. Özellikle solak çocuklar için bu durum trajediye dönüşmektedir. Bitişik eğik yazıda ise 70 derecelik eğiklik sayesinde yazı kapanmaz ve çocuk birleşim noktalarını görür.
Bitişik eğik yazıdaki süreklilik ve hız, düşüncenin sürekliliği ve hızı ile  birleşmekte ve birbirinin gelişimini desteklemektedir.

  Son 20 yılda yapılan tüm araştırmalar bitişik eğik yazının düşünme, anlama, sıralama, sorgulama, sınıflama, ilişki kurma, analiz-sentez yapma ve değerlendirme gibi zihinsel becerilerin geliştirilmesine çok büyük katkı sağladığını ortaya koymaktadır.

  Finlandiya, İngiltere, Almanya, Norveç, Fransa, Belçika, Kanada, Danimarka ve birçok Avrupa ülkesi bu araştırmalar ışığında bitişik eğik el yazısıyla okuma yazma öğretiyor.

  Oysa ülkemiz çocuklarında sürekli bir düz yazı yazma hevesi görüyoruz. Çünkü öğretmeni el yazısını içselleştiremediği için çocuk ta özümseyemiyor. Üstüne bir de dik temel yazıyı yasaklayınca bu durum çocuğu cezbediyor. Ve en önemlisi bilgilendirilmeyen veliler bitişik eğik yazıyı “bela” olarak algılayınca çocuğuna da böyle yansıtıyor.

  Uygulamada karşılaşılan en büyük sorun çocuklarımızın yazısının düzgün olmaması. Burada en büyük sorumluluk öğretmenlerimize düşüyor. Harf ve yazı estetiğini vermeliyiz. Eğik ve aynı boyutlu yazma üzerinde daha fazla durmalıyız. İlkokuldan sonra öğretmenlerimiz kolaylık olsun diye düz yazı istememeli. Öğretmenler birlikte hareket etmeli. Ortak bir tutum geliştirilmeli.

  Toplum olarak enerjimizi bilimsel olarak kanıtlanmış yaklaşımları baltalamak yerine bunu geliştirecek yaratıcı fikirler bulmaya harcamalıyız.

✓ Düz yazı için imza toplamak yerine çocuklarımıza klavye eğitimi verilmesi için kampanya başlatabiliriz.

✓ İsterim ki, bitişik Arap harfleriyle hat sanatında zirve yapan bu milletin çocukları, aynı sanatı bitişik eğik yazıyla yeniden alevlendirsin.

✓ Mesela, okullarımızda kaligrafi dersleri olsun. Bu dersler çocuğumuzun yaratıcılığını, özgür düşünmesini, el becerilerini, zekâsını, estetik duygularını geliştirir.

Apple ve Pixar’ın kurucusu Steve Jobs aldığı kaligrafi dersleriyle bugünkü kullandığımız en temel yazı karakterlerini tasarlamıştır. Ve defalarca gelişimindeki en büyük katkının bu dersler olduğunu söylemiştir.

Bu yüzden bitişik eğik yazı kullanımının çok doğru bir uygulama olduğunu ve devam etmesi gerektiğini düşünüyorum.



12 Ekim 2015 Pazartesi

Çocuklarda Kitap Okuma Alışkanlığı

Harry Potter 4195 sayfa...
Her yaştan insan büyük bir keyifle okuyor. Hatta gece gündüz demeden müthiş bir tutkuyla birkaç haftada bitiren, her ayrıntısını hatırlayıp,  kitabı yaşayan çocuklar var.

Gariptir ki aynı çocuklar öğretmenlerinin verdiği incecik kitapları aylarca okumamak için direniyor.

Peki, nerede yanlış yapıyoruz?

Genelden özele inersek;
1- Ülke olarak formal eğitim dışında bir "çocuk eğitimi" ve "okur-yazar" vizyonumuz yok.
2-Çocuk edebiyatımıza hakim olan sosyal gerçekçi üslup okuma isteğini öldürüyor.
3-Çocuk filmleri ve animasyonları ülkemizde henüz çok yeni. Yapımlarda "eğitici" olma kaygısı güdüldüğü için ilgi görmüyor.
4-Şehirlerimizden köylerimize ve evlerimize kadar ortak bir kitap okuma anlayışı geliştiremedik.
5-Okulda verilen eğitim "merak" duygusunu tetiklemiyor. İlgi uyandırmıyor.
6-Ebeveynlerimiz kitap okuma konusunda örnek olamıyor.
7-Evlerimizin büyük çoğunluğunda bir kitaplık dahi yok.
8-Çocuklarımızın tanıştığı ilk kitapların kötü olması ön yargıları güçlendiriyor.
9-Kitap okumayı "boş zaman" etkinliği olarak görüyoruz. Oysa okumak, başlı başına ciddi bir iştir.
10-Kitap seçiminde ne çocuğun tercihlerini dikkate alıyoruz, ne de pedagogların...
11-Çoğu zaman kitap okumak, bir ceza yöntemi olarak uygulanıyor.

Peki, bir birey olarak neler yapabiliriz?

1- Çizgi romanlar okuma sevgisini başlatmak için ilgi çekici olabilir.
2- Mizah, bilim-kurgu ve fantastik kitaplar çocuklar için vazgeçilmez olabilir.
3- Kitap seçimini "kitabı okuyacak" kişiye yaptırabiliriz.
4- Okuma isteğini alevlendirecek konularda merak uyandırabiliriz.
5- En değerli zaman dilimlerimizi okumaya ayırabiliriz.
6- Okuduklarımızla ilgili sohbetler gerçekleştirebiliriz.
7- Evimizin en güzel köşesine bir kitaplık yaptırabiliriz.
8- Okumayı, seyretmeye tercih edebiliriz.
9-"Okursam o da okur." sözümü kulağınıza küpe, kolunuza bilezik, boynunuzu kolye yapabilirsiniz.

Her şeyden önemlisi devletimizin bir "çocuk" ve "okur-yazar" politikası olmalı. 2014'te Japonya'da 4,2 milyar kitap basılırken ülkemizde bu sayının 23 milyonda kalması nasıl izah edilebilir ki?

Aynı şekilde Güney Koreli ailelerin %65'inin evinde çocuklarına yönelik 100 den fazla kitap varken, bu oranın bizde %10'larda kalması da toplum olarak ne durumda olduğumuzun bir göstergesi olsa gerek.

3 çocuk yapma politikasından "ayda 3 kitap oku, okut." anlayışına geçtiğimiz zaman toplum olarak bir şeyleri değiştirebiliriz.

Bu yazıyı okurken "Kimi değiştirebilirim ki deme." Evet, belki kimseyi değiştiremezsin fakat kendini pekâlâ değiştirebilirsin.
Ve sen değişirsen dünya değişir.
Unutma!




Abur-cubur ve Satış Aldatmacası

Marketlerde annesinin eteğine yapışan inatçı çocukları bilirsiniz. İstediğini alabilmek uğruna çığlık çığlığa ağlayıp, kendini yerlere atarlar. Kızmayın onlara.

Çünkü;
Reyondaki şekerlemeler rengarenk
Cipsler harika görünüyor
Sütlerde en sevdiği çizgi kahraman var
Çikolatalar çok sevimli
Meyveli yoğurtlar, gofretler, meyve suları, bisküviler, kekler, krakerler enfes görünüyor.

Çocuklar haklı.

Bunlardan birkaç tanesini hak etmiyorlar mı?
Anneleri niye almasın ki?
Hem bu güzel yiyeceklerin markette ne işi var? Çocuklar için değil mi hepsi?
Anneler her istediklerini alıyorlarsa, çocuklar niye almasın ki?

Ne yazık ki çocuklarımız maddi dünyanın enstrümanlarına çok fazla maruz kalıyor.
Dev şirketler, çocuklarımızı ürünlerini kolaylıkla pazarlayabilecekleri müşteriler olarak görüyorlar.

Onların;
Masumluğundan
savunmasızlığından
duygularından
inatçılığından
oburluğundan
tutkularından
hayallerinden faydalanıyorlar.


Farkında mısınız?
Televizyon kanallarındaki reklamlar da işte bu yüzden çocuklar üzerine yoğunlaşmaya başladı. Albenisi yüksek renkli şekerlemeler, kısa çizgi dizilerdeki dondurmalar, bol maceralı cips reklamları... Hepsi çocuklarımızı para kazanma hırslarına alet ediyorlar.

Aynı şekilde fast foodların sürekli yenilediği karakter oyuncakları, dağıttıkları balonlar, animasyon figürleri ve palyaçolar çocuklarımızı baştan çıkarmayı amaçlayan diğer araçlar.

Bunlara karşı bilinçli olmak, yavrularımızın sağlığını korumak açısından hayatı öneme sahiptir.

Fast food, abur cubur, pastörize içecekler, cipsler ve şekerlemeler;
Obeziteye
Migrene
Kalp damar hastalıklarına
Strese
Dikkat dağınıklığına
Uyku düzensizliğine
Sindirim problemlerine
Bağışıklık sisteminin zayıflamasına ve çabuk hasta olunmasına sebep olmaktadır.

Bunlara engel olmak için;
Öncelikle anne-babalar marketlerin abur cuburlarını yemeyi bırakmalı.
Doğal ve ev yapımı yiyeceklere yönelmeli.
Televizyona ayrılan zaman en aza indirilmeli.
TV programları pedagojik denetimden geçmişse seyredilmeli.
Çocuğun mutfakta kek, kurabiye, pasta yapımına katkı sağlamasına, çerez tabakalarını hazırlamasına imkân verilmeli.
Abur cuburlar ödül olarak kullanılmamalı.
Aile ve yakın çevre ortak beslenme tutumları geliştirmeli.
Okul çağı çocuklarına harçlık vermek yerine beslenme çantası hazırlanmalı.
Reklamlardaki kandırma usulleri çocuklara uygun bir şekilde anlatılmalı.
Yasaklama, zorlama ve cezalandırma olumsuz davranışı daha fazla pekistirir. Bu yollara başvurmamalı.
Alış-verişler marketlerin ilgili reyonlarına uğramadan, görüş alanında bulunmadan yapılabilmeli.
Fast-foodlardan önce anne-babalar uzak durmalı.
Her zaman evde meyve ve kuruyemiş bulundurulmalı.


Herşeye rağmen yine sorun yaşıyorsanız, yaşadığınız krizi hafifletmek için çocuğunuzun daha sağlıklı olan yiyeceklerin arasından tek bir tercih yapmasını istemek yararlı olabilir.

3 Eylül 2015 Perşembe

Maslow'a Meydan Okuyan Öğretmenler

İnsanın temel gereksinimleriyle ilgili Maslow'un ortaya koyduğu basamaklar şöyledir;
1-Beslenme, uyku, cinsellik
2-Barınma, güvenlik, mülkiyet, iş garantisi
3-Aile kurma, ait olma
4-Güven, başarı, saygı
5-Erdem, yaratıcılık, kendini gerçekleştirme, problem çözme

Bu piramidin üst basamaklarına çıkmanın on koşulu alt basamaktaki gereksinimleri karşılamaktır.

Öğretmenlik, kanunlarda yer aldığı şekliyle bir "ihtisas" mesleğidir. Devletin ve toplumun beklentilerine bakacak olursak bu mesleğin yapılabilmesi için Maslow'un basamaklarının tamamının gerçekleştirilip, üretme, problem çözme, yaratıcılık, kendini gerçekleştirme basamağındayken yapılmalı bu iş.

Mevcut durumda, maaşı geçinmesine yetmeyen, ek iş yapmak zorunda kalan, emekli ikramiyesi ile bir ev bile alamayan öğretmenlerimiz nasıl yapacaklar bu işi?

Karı-koca çalışıp bir üst basamağa çıkanların ise sorunları daha farklı. En öncelikli konu iş garantisi ve şiddet. Yapılan düzenlemelerle iş garantisi elinden alınmak istenen, 147 şikayet hattı gibi yöntemlerle velilerin önüne atılan, şiddete maruz kalan öğretmenler nasıl verimli olabilir ki?

Alt basamaklardaki sıkıntıları bir şekilde çözüp aile kuranlar ise atama politikalarındaki sistemsizlik ve duyarsızlık yüzünden eşlerinden ayrı kalmaktadır. Bulunduğu kurumda sendikal ayrıma tabi tutulan, baskı gören, deyim yerindeyse MEB'in üvey evladı konumuna düşen öğretmenlerimizin de durumu çok hazindir.

4.basamağa ulaşan özverili öğretmenlerimiz ise, sürekli değişen mevzuat, yamalı bohçaya dönen sistem ve günü birlik politik yaklaşımlardan dolayı kurumlarına güven duygusu besleyemiyorlar. Geleceklerini göremeyip, yarınlarından endişe duyuyorlar.

Son olarak Maslow'a inat tüm basamakları katedip zirveye ulaşanlar ise, hiç bir başarı cezasız kalmaz düsturuyla tanışıyorlar. Görevden almalar, soruşturmalar, mobbing kırbaç gibi şaklıyor sırtlarında.

Aslında ilk basamaktan sonra yazılanların tamamı mantık çerçevesi olmayan durumlardı. Çünkü ülkemizdeki öğretmen maaşı ne yazık ki ilk basamağa hapsediyor onları.

Maslow bugün yaşasaydı eminim ülkemizdeki öğretmenlerin nasıl olup da bu kadar şeye rağmen öğretmenlik yapabildiklerine yoğunlaşırdı. Ve ihtiyaçlar hiyerarşisini sil baştan yapardı.