7 Temmuz 2016 Perşembe

DEĞİŞİME DİRENMEK

Eğitimde her yenilik uygulandığı anda eskir. Eskiyen yeniye karşı gösterilen direnç asla eskimez ve bir granit gibi sert ve sağlam bir şekilde kendini konumlandırır. Oysa yeniliklere direnç göstermeye ayırdığımız enerjiyi iyileştirme ve öneriye harcasak herşey çok daha güzel olur.
Eğitimde nihai hedefiniz belli ise değişim ve güncellemeler doğal karşılanmalı. Eğitimciler ve veliler artık değişim kavramını içselleştirebilmeli. Öncelikle bu direncin altında yatan sebepleri iyi tahlil etmek gerekir.
Eğitimde değişimi içselleştiremeyişimizin en önemli sebepleri; 
-Plansızca yapılması
-Öğretmene rağmen yapılması
-Siyasi erke güven duyulmaması
-İdeolojik saplantılardır.
Bu sebepleri ortadan kaldırdığımızda kimsenin değişime direneceğini zannetmiyorum.

TÜRK KIZINA

TÜRK KIZINA
5 kuruş etmeyen dizilerle büyümüş, tüm varlığı bilgisi ve genel kültürü dizilerden oluşmuş, survivor izleyen, onlar için SMS atan, gündemini onlarla oluşturan, onlar için mesajlar yazan kadıncıklar sürüsü memleketim...
Bir kadını en basit kılan şey, izlediği dizilerdeki karakterlere, tiplere aşık olmak, ulu orta reklamını yapmak, ağzının suyunu akıtmaktır...
Haftada en az 8-10 saat dizi, yetenek sizsiniz, kiminle evlensem, kimi düdüklesem izleyenden ne yar olur, ne ana, nede eş?
Bazılarına en son okuduğu kitabı sorsan, maalesef zihni Cin Ali'ye kadar iner. Ama sorsan her boku o bilir? Siyasetin pîrî, tarihin üstadı, sosyolojinin profesörü.... Nasıl oluyorsa?
Oysa ki; Kadınlar zihninde duygularını işlemede 8 şeritli otobana sahipken erkekler bir köy yoluna sahiptir. Erkeklerin neredeyse her anı cinsel dürtülere esirken, kadınlarda bu esaret yok denecek kadar azdır. Erkekler hayatın üç beş rengine mahkumken, kadınlar için hayat rengarenktir. Erkekler empati özürlüsüyken, kadınlar empati kurmada çok beceriklidirler. Daha sayamayacağımız nice özellik...
Türk tarihinde kadının yerine bir bakın. Kurultayda Han ile Hanım birlikte otururdu. Paralarda han ile hanımın resimleri birlikte yer alırdı. Hatta Uygur bayrağında bile kadın erkek figürü birlikte yer alır. Aynı şekilde Cumhuriyet, kadınlara seçilme hakkını medeni(!) Avrupa'dan çok daha önce kanunlaştırmıştır.
ABD gelecek ay ilk defa bir banknota kadın resmi basacak. Oysa bizim Göktürkler'in parasından tutun, eski kuruşlarımızda ve kağıt banknotlarımızda hep vardı.
Kadın eğitilirse, toplum eğitilir. Kadın okursa, toplum okur. Kadın kendini geliştirirse, toplum gelişir.
Bu yüzden kızlarımızın okumasından, camiye gelmesinden, çalışmasından, yönetime katılmasından rahatsızlık duyuyorlar.
Türk kızı!
İstiklâl sensin.
İstikbâl sensin.
Kurtuluş sensin.
Oku...

16 Ocak 2016 Cumartesi

2 Kadın 2 Çocuk

7 çocuğu vardı.
Bir gün, ilkokula başlayalı 4 ay bile olmayan 7. Oğlu elinde bir kâğıtla geldi. “Bu kâğıdı öğretmenim verdi ve sadece sana vermemi tembihledi”. dedi.
Kadın kâğıdı gözyaşları içinde oğluna sesli olarak okudu: “Oğlunuz bir dahi. Bu okul onun için çok küçük ve onu eğitecek yeterlilikte öğretmenimiz yok. Lütfen onu kendiniz eğitin.”

Aradan uzun yıllar geçip vefat ettiğinde, eski aile eşyalarını karıştıran dahi oğlu birden bir çekmecenin köşesinde katlı halde bir kâğıt buldu ve alıp açtı.
Kâğıtta “Oğlunuz şaşkın. Algılama ve anlama problemi var. Bu şartlarda okulumuza gelmesi uygun değil.” yazılıydı.

Ve o çocuk saatlerce ağladıktan sonra günlüğüne şu satırları yazdı: Kahraman bir anne tarafından, yüzyılın dâhisi haline getirilmiş Thomas Alva Edison “şaşkın” bir çocuktu…

Bir kadın, elektrikten ampule kadar onlarca icadın mucidini yetiştirerek insanlık tarihini değiştirdi.

*     *     *

14 yaşında evlendi.
Okula gönderilmediği halde okumayı öğrendi.
Bu yüzden “hoca” anlamına gelen “molla” lakabıyla anıldı.

30’una varmadan 3 çocuğu oldu.
3’ünü de sırayla kaybetti.
4. çocuğuna hamileyken eşkıyalar kocasını kaçırdı.

Çocuk doğduğunda emziremedi, yaşadıklarından dolayı sütü kesildi.
31 yaşındayken kocası öldü.
Oğlunu okutmak için dişini tırnağına taktı.

Subay olan oğlunu yıllarca göremediği oldu.
Memleketi düşman tarafından işgal edilince kızıyla birlikte yollara düştü.
Hastalığa yakalandı.
Oğlu için verilen idam kararını duyunca kısmi felce uğradı.
Kızıyla sıkıntılı ve sancılı günler geçirdi.
Oğlunun öldüğü haberleri hastalığını daha da kötüleştirdi.

3 yıldır ayrı kaldığı oğlunu hayata gözlerini kapatmadan önce nihayet son kez görme imkânı buldu.

1923 yılında vefat ettiğinde mezar taşına “TBMM Başkanı Mustafa Kemal Paşa hazretlerinin valide-i muhteremeleri Zübeyde Hanım'ın Ruhuna el-Fâtiha" yazıldı.

Ve bir kadın, dağılmakta olan bir milletin makûs talihini değiştirdi.

Kadın eğitilirse, bir toplum eğitilir. 


En iyi öğretmen: Başarısızlık

Başarıya giden yolda her başarısızlık, başarıya gitmeyen seçeneklerden birini elemektir. Başarısızlıklar, alternatifleri tüketerek başarı istikametinde ilerlemeye mecbur bırakır.
Sürecin ve sürece etki eden faktörlerin yeniden gözden geçirilmesine imkan sağlayarak derinleşmeye ve uzmanlaşmaya sevk eder. Düşünüş biçimlerini ortaya koyduğu için özeleştiriye kapı aralar. Neyin, nasıl yapılmayacağını öğreterek tecrübe kazandırır.
Başarısızlıktan korkmamak lazım. Başarısızlığın hüznü bireysel olmasına rağmen başarının sevinci evrenseldir.

Unutmayın, başarısızlık insanı, başarı insanlığı değiştirir. 


31 Aralık 2015 Perşembe

Kimse Bilmez...

İnsan her zaman bir şeyleri erteler. Düşün, en son neyi erteledin? Ne için, nelerden vaz geçtin? Başlamak isteyip de başlamadığın neler var? Başlayıp da bitiremediklerinin oluşturduğu tortu daraltıyor mu ruhunu?

Düşün, en son neyi feda ettin. Kimin için, ne için?

Kendin için -evet sadece kendin için-  ne yaptın? En son ne zaman yüksek bir tepeye çıkıp ufukları seyrettin? Şehre ne zaman yüksekten baktın?

En son ne zaman uyumadan önce başını kaldırıp göklere baktın? Yıldızlar, gezegenler, galaksiler… Neredeyim? Buraya nereden geldim? Neden buradayım? Bu sonsuzluk ne zaman son bulur? Diye derin düşüncelere daldın?

Sahi en son ne zaman bir çocuk masalı okudun? Kafandaki yetişkin kurttan kurtulup, ne zaman bir çocukluk yaptın? En son ne zaman kendin için bir çay demledin, kahve yudumladın? Müziğin sesini yükseltip güzel anıları yâd etmeyeli kaç zaman oldu?

Sebepsiz yere ıslık çaldığın oldu mu hiç? Deli diyenlere gülümseyip “eyvallah” demeyeli, sebepsiz yere kahkahalar atmayalı ne kadar oldu?

Kısacık hayata sığdırdığın acıları, ayrılıkları, kırgınlıkları, öfkelenmişlikleri ne çok düşündün, onlarla ne çok vakit harcadın değil mi?

“Deli gibi sevmek, ruhumuzda var” derken ne çok mutsuzmuşsun meğer. Zarifoğlu’nun dediği gibi, asıl keramet buluttaydı, ama herkes ne yazık ki yağmura şiir yazdı. Oysa yağmur, bulutun çimende bıraktığı gözyaşıydı sadece…

Şimdi “bir fırsatım daha olsaydı, şunu da yapardım” dediğin şeyi yapmanın tam zamanı. Çünkü hayat, tekrarı olmayan bir tiyatrodur. Ya seyredersin, ya da oynarsın.


Hadi, şimdi oyun vakti; mutlu yıllar…

11 Kasım 2015 Çarşamba

DİN EĞİTİMİ ÜZERİNE

Üstün DÖKMEN, bir süre önce Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı’nın da bulunduğu bir sempozyumda şu cümleleri sarf etmişti;
Van depreminde Türkiye 5 aldı. Kolonları kesip galeri yapan da 5 aldı, ölen de. Herkesin din dersi 5’ti ama bunca hırsız, ahlaksız, uğursuz nereden çıktı? 

Bu sözler, “Din eğitiminde nerede yanlış yapıyoruz?” sorusunun cevabını düşünmeye ve sorgulamaya sevk etti. Ve bu yazının fitilini ateşledi.

-Yemeğini bitirmek istemeyen çocuğa “Yemeğini bitirmezsen Allah seni çarpar!” diye tehdit eden bir anne-baba düşünün.
-Büyükbabasının niçin öldüğünü soran çocuğa “Allah böyle istedi.” Diye cevap veren bir anne-baba,
-Deprem, sel gibi doğal afetleri merak eden çocuğa “Depremi yapan da Allah, depremden kurtaran da…” diyen anne-baba,
-Engelli birini görüp, bunu yadırgayan ve sorgulayan çocuğa “Allah onu da ayaksız yarattı oğlum.” diyen ebeveynler,
-Fakirliğini “Allah bizi yoklukla sınıyor.” diye perdeleyen anne babalar hayal edin…

7-8 yaşlarındaki bir çocuğa böyle cevaplar verdiğiniz zaman, onun ruh halini düşünebiliyor musunuz?
Allah, çocuğun gözünde sevdiklerini elinden alan, büyük felaketlere sebep olan, ufacık çocukları açlıkla sınayan, insanları kolsuz bacaksız bırakan, görünmeyen, konuşmayan ama her şeyi gören, duyan, her şeye karışan bir korkunç devden ibaret olur.
Çocuk 9 yaşına kadar somut düşünme becerisine sahip olmadığı için, dini eğitimin bu yaşlarda verilmesinde çok dikkatli olunması gerekir. Mümkün olduğu kadar soyut kavramlara girilmeden, örnek olaylar ve ahlak eğitimi üzerinde yoğunlaşılmalı. Somutlaştırılmış ahlak eğitimi, dini eğitimin temelini oluşturmalıdır.
Büyükbabanın ölümü, deprem, sakatlık, ekmek israfı ve yoksulluk gibi şeylerin sebepleri çocuğun anlayabileceği düzeyde, somut verilerle anlatılmalıdır.
Örneğin, dedenin ölümünü bir çiçeğin filizlenip, büyümesi ve sonra kurumasıyla ilişkilendirerek, doğadaki tüm canlıların bu süreci yaşadığı net, basit ve tutarlı sözcüklerle açıklanabilir.
Her şeyin nedenini Allaha bağlayan çocuk, olayları ve durumları sorgulamadan uzak bir biçimde, dogmatik düşüncelerle kabullenecektir.
Araştırarak, sorgulayarak, düşünerek, deneyimleyerek velhasılı çalışarak üretme yerine, hazır cevaplı ve miskin bir anlayışa teslim olacaktır.
İngiltere’de yapılan bir araştırmada ilkokulda felsefe öğrenen çocukların İngilizce ve matematik derslerinde daha başarılı olduğunu ortaya koymuştur. Araştırma 9-10 yaşındaki çocuklarda olumlu sonuç vermiştir.
7 yaşındaki çocuğun eline zikirmatik verip, 8 yaşındaki kız çocuğuna “Saçlarını açanları Allah cehennemde yakar.” diyerek tembihleyip okula yollarsak bu çocukların ruh dünyasında telafisi mümkün olmayan hasarlara yol açarız.
Sınavlara hazırlanırken çalışmak yerine Eyüp Sultan’a dilek dilemeye giden, doktora görünmek yerine hocaya okutmaya giden, yoksulluğu çalışmakta değil de türbelere yüz sürmekte arayan nesil hep bu yanlış din eğitiminin ürünüdür.
Sosyal paylaşım sitelerinde üzerinde “Allah” yazan bal peteklerini, ağaç dallarını, kayaları görmüşsünüzdür. Neredeyse İngilizcedeki “W” harfini bile “Allah lafzı” diye paylaşacak seviyeye geldik.
Dünya kuyruklu yıldıza mekik gönderip, evren genişlemesini, kara deliği, zaman kaymasını, kök hücreyi, yapay zekâyı tartışırken bizim şeftali çekirdeğinde Allah’ı aramamız da doğrudan bununla ilgilidir.
Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Prof.Dr.M.Şevki AYDINBöyle bir dindarlık bireyin düşünme, sorgulama, seçme, karar verme, sorun çözme gibi insani yeteneklerini besleyip büyüten güç olmaktan çıkar, bunlara ket vuran etkili bir unsura dönüşür. Avrupa insanının aydınlanma yolunda inanan insanın yerine düşünen insanı yetiştirme ihtiyacı duyması, işte böyle bir olumsuz dindarlık anlayışını yok etmeye mecbur olmasından kaynaklanıyordu. İslam’ı böyle bir duruma düşürmeye kimsenin hakkı yoktur.”
Dinin temeli güzel ahlaktır. Güzel ahlak, doğruluk, yardımlaşma, merhamet, cesaret, çalışmak, dürüstlük kavramlarını kapsar.
Toplumumuzdaki bu kadar ibadethaneye,  bu kadar din adamımıza, bu kadar dini eğitim veren kuruma ve din kültürü öğretmenlerine rağmen hala bir ahlaki çöküş varsa, sebepleri üzerinde çok kafa yormak lazım.
Hırsızlığı, yalan söylemeyi, sahtekârlığı, bencilliği, duyarsızlığı, sevgisizliği ve nezaketsizliği bir sebep olarak değil, sonuç olarak görmeliyiz.
Peki, bu konuda anne-baba, öğretmen ve bir birey olarak bizler ne yapmalıyız?
1-En güzel eğitim iyi örnek olmakla başlar. O halde çocuklarımıza iyi örnek olmalıyız.
2-Aile ahlak eğitiminin temelidir. Aile yapısını ahlaki temellere oturtmalıyız.
3-Okullarda dini eğitim verilirken çocuk psikolojisini göz önünde bulundurmalıyız.
4-Din eğitimini ehliyetli ve pedagojik alt yapısı olan öğretmenler tarafından vermeliyiz.
5-Okulda edinilen din kültürünün okul dışında gerçekleştirilecek sosyal sorumluluk projeleriyle uygulamaya koyulması ve içselleştirilmesini sağlamalıyız.
6-Cennet-cehennem, günah-sevap, haram, helal, ölüm gibi çocukların merak duyduğu konularda sorularını cevapsız bırakmamalıyız.
7-Olumlu örnekler üzerinden ve düzeye uygun şekilde, korkutmadan anlatın ki, çocuk bu soruların cevabını dışarıdaki kontrolsüz ve uygunsuz ortamlarda aramasın.
Çocuklarımıza bırakacağımız en kötü miras bozulmuş ahlak ve özünden uzaklaştırılmış dindir. Kendimizi değiştirme imkânımız olmayabilir, lakin onlar için geç değil.
Bu konu ile ilgili üzerimize düşen sorumlulukları bilmeli ve yerine getirmeliyiz.

Henüz vakit varken…

4 Kasım 2015 Çarşamba

Hayal et !


Candy Crush oyunuyla ün yapan  King Digital 5.9 milyar liraya satıldı. Yani bizim 3. boğaz köprüsünün ihale bedelinin iki katına...

Düşünüyorum da dünyanın en maceraperest denizcilerinden Kristof Kolomb'un hayallerini kraliçe İsabella desteklemeseydi, bugünkü yeni dünyanın keşfi nasıl gerçekleşecekti?

Ya da Oxford'da filolog olan Prof. J.R.R. Tolkien'in dünyaca tanınmasına sebep olan ve sinemaya uyarlanıp yapımcısına 5 milyar dolar kazandıran fantastik ve hayal ürünü "Yüzüklerin Efendisi" ve "Hobbit" kitaplarına ne demeli...
Hobbit kitabı 1937'de çıktığında alay konusu olup, herkesin eleştirisine maruz kalmıştı.

Onlarca dile çevrilip, 7'den 70'e herkesin müptelası olduğu, ama ilk çıktığında "deli saçması" diye dalga geçilen Harry Potter'ın oluşturduğu dev sermaye piyasasını zaten biliyoruz.

Facebook, twitter, wattsapp, flicker, instagram, google vs gibi dev yazılım şirketlerini saymıyorum bile...

Ben derim ki; kimsenin hayallerini küçümsemeyin.

Çünkü hayal kurmak;
✽ Yaratıcılığı artırır.
✽ Tasarım yapmayı sağlar.
✽ İnovatif düşünceyi tetikler.
✽ Özgünlüğü artırır.
✽ Düşünceyi zenginleştirir.
✽ Heyecan yaratır.
✽ Motivasyonu artırır.

Hayal kurmak, bir fikri gerçekleştirmenin ilk adımıdır. Bu yüzden çocuklarımızın hayallerini küçümsemeyin. Hayal kurmaya teşvik edin. Hayallerini zenginleştirecek bilim kurgu, çizgi roman, karikatür ve fantastik masallar okumasını engellemeyin.

Gelecek, hayal edenlerindir.