31 Aralık 2015 Perşembe

Kimse Bilmez...

İnsan her zaman bir şeyleri erteler. Düşün, en son neyi erteledin? Ne için, nelerden vaz geçtin? Başlamak isteyip de başlamadığın neler var? Başlayıp da bitiremediklerinin oluşturduğu tortu daraltıyor mu ruhunu?

Düşün, en son neyi feda ettin. Kimin için, ne için?

Kendin için -evet sadece kendin için-  ne yaptın? En son ne zaman yüksek bir tepeye çıkıp ufukları seyrettin? Şehre ne zaman yüksekten baktın?

En son ne zaman uyumadan önce başını kaldırıp göklere baktın? Yıldızlar, gezegenler, galaksiler… Neredeyim? Buraya nereden geldim? Neden buradayım? Bu sonsuzluk ne zaman son bulur? Diye derin düşüncelere daldın?

Sahi en son ne zaman bir çocuk masalı okudun? Kafandaki yetişkin kurttan kurtulup, ne zaman bir çocukluk yaptın? En son ne zaman kendin için bir çay demledin, kahve yudumladın? Müziğin sesini yükseltip güzel anıları yâd etmeyeli kaç zaman oldu?

Sebepsiz yere ıslık çaldığın oldu mu hiç? Deli diyenlere gülümseyip “eyvallah” demeyeli, sebepsiz yere kahkahalar atmayalı ne kadar oldu?

Kısacık hayata sığdırdığın acıları, ayrılıkları, kırgınlıkları, öfkelenmişlikleri ne çok düşündün, onlarla ne çok vakit harcadın değil mi?

“Deli gibi sevmek, ruhumuzda var” derken ne çok mutsuzmuşsun meğer. Zarifoğlu’nun dediği gibi, asıl keramet buluttaydı, ama herkes ne yazık ki yağmura şiir yazdı. Oysa yağmur, bulutun çimende bıraktığı gözyaşıydı sadece…

Şimdi “bir fırsatım daha olsaydı, şunu da yapardım” dediğin şeyi yapmanın tam zamanı. Çünkü hayat, tekrarı olmayan bir tiyatrodur. Ya seyredersin, ya da oynarsın.


Hadi, şimdi oyun vakti; mutlu yıllar…

11 Kasım 2015 Çarşamba

DİN EĞİTİMİ ÜZERİNE

Üstün DÖKMEN, bir süre önce Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı’nın da bulunduğu bir sempozyumda şu cümleleri sarf etmişti;
Van depreminde Türkiye 5 aldı. Kolonları kesip galeri yapan da 5 aldı, ölen de. Herkesin din dersi 5’ti ama bunca hırsız, ahlaksız, uğursuz nereden çıktı? 

Bu sözler, “Din eğitiminde nerede yanlış yapıyoruz?” sorusunun cevabını düşünmeye ve sorgulamaya sevk etti. Ve bu yazının fitilini ateşledi.

-Yemeğini bitirmek istemeyen çocuğa “Yemeğini bitirmezsen Allah seni çarpar!” diye tehdit eden bir anne-baba düşünün.
-Büyükbabasının niçin öldüğünü soran çocuğa “Allah böyle istedi.” Diye cevap veren bir anne-baba,
-Deprem, sel gibi doğal afetleri merak eden çocuğa “Depremi yapan da Allah, depremden kurtaran da…” diyen anne-baba,
-Engelli birini görüp, bunu yadırgayan ve sorgulayan çocuğa “Allah onu da ayaksız yarattı oğlum.” diyen ebeveynler,
-Fakirliğini “Allah bizi yoklukla sınıyor.” diye perdeleyen anne babalar hayal edin…

7-8 yaşlarındaki bir çocuğa böyle cevaplar verdiğiniz zaman, onun ruh halini düşünebiliyor musunuz?
Allah, çocuğun gözünde sevdiklerini elinden alan, büyük felaketlere sebep olan, ufacık çocukları açlıkla sınayan, insanları kolsuz bacaksız bırakan, görünmeyen, konuşmayan ama her şeyi gören, duyan, her şeye karışan bir korkunç devden ibaret olur.
Çocuk 9 yaşına kadar somut düşünme becerisine sahip olmadığı için, dini eğitimin bu yaşlarda verilmesinde çok dikkatli olunması gerekir. Mümkün olduğu kadar soyut kavramlara girilmeden, örnek olaylar ve ahlak eğitimi üzerinde yoğunlaşılmalı. Somutlaştırılmış ahlak eğitimi, dini eğitimin temelini oluşturmalıdır.
Büyükbabanın ölümü, deprem, sakatlık, ekmek israfı ve yoksulluk gibi şeylerin sebepleri çocuğun anlayabileceği düzeyde, somut verilerle anlatılmalıdır.
Örneğin, dedenin ölümünü bir çiçeğin filizlenip, büyümesi ve sonra kurumasıyla ilişkilendirerek, doğadaki tüm canlıların bu süreci yaşadığı net, basit ve tutarlı sözcüklerle açıklanabilir.
Her şeyin nedenini Allaha bağlayan çocuk, olayları ve durumları sorgulamadan uzak bir biçimde, dogmatik düşüncelerle kabullenecektir.
Araştırarak, sorgulayarak, düşünerek, deneyimleyerek velhasılı çalışarak üretme yerine, hazır cevaplı ve miskin bir anlayışa teslim olacaktır.
İngiltere’de yapılan bir araştırmada ilkokulda felsefe öğrenen çocukların İngilizce ve matematik derslerinde daha başarılı olduğunu ortaya koymuştur. Araştırma 9-10 yaşındaki çocuklarda olumlu sonuç vermiştir.
7 yaşındaki çocuğun eline zikirmatik verip, 8 yaşındaki kız çocuğuna “Saçlarını açanları Allah cehennemde yakar.” diyerek tembihleyip okula yollarsak bu çocukların ruh dünyasında telafisi mümkün olmayan hasarlara yol açarız.
Sınavlara hazırlanırken çalışmak yerine Eyüp Sultan’a dilek dilemeye giden, doktora görünmek yerine hocaya okutmaya giden, yoksulluğu çalışmakta değil de türbelere yüz sürmekte arayan nesil hep bu yanlış din eğitiminin ürünüdür.
Sosyal paylaşım sitelerinde üzerinde “Allah” yazan bal peteklerini, ağaç dallarını, kayaları görmüşsünüzdür. Neredeyse İngilizcedeki “W” harfini bile “Allah lafzı” diye paylaşacak seviyeye geldik.
Dünya kuyruklu yıldıza mekik gönderip, evren genişlemesini, kara deliği, zaman kaymasını, kök hücreyi, yapay zekâyı tartışırken bizim şeftali çekirdeğinde Allah’ı aramamız da doğrudan bununla ilgilidir.
Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Prof.Dr.M.Şevki AYDINBöyle bir dindarlık bireyin düşünme, sorgulama, seçme, karar verme, sorun çözme gibi insani yeteneklerini besleyip büyüten güç olmaktan çıkar, bunlara ket vuran etkili bir unsura dönüşür. Avrupa insanının aydınlanma yolunda inanan insanın yerine düşünen insanı yetiştirme ihtiyacı duyması, işte böyle bir olumsuz dindarlık anlayışını yok etmeye mecbur olmasından kaynaklanıyordu. İslam’ı böyle bir duruma düşürmeye kimsenin hakkı yoktur.”
Dinin temeli güzel ahlaktır. Güzel ahlak, doğruluk, yardımlaşma, merhamet, cesaret, çalışmak, dürüstlük kavramlarını kapsar.
Toplumumuzdaki bu kadar ibadethaneye,  bu kadar din adamımıza, bu kadar dini eğitim veren kuruma ve din kültürü öğretmenlerine rağmen hala bir ahlaki çöküş varsa, sebepleri üzerinde çok kafa yormak lazım.
Hırsızlığı, yalan söylemeyi, sahtekârlığı, bencilliği, duyarsızlığı, sevgisizliği ve nezaketsizliği bir sebep olarak değil, sonuç olarak görmeliyiz.
Peki, bu konuda anne-baba, öğretmen ve bir birey olarak bizler ne yapmalıyız?
1-En güzel eğitim iyi örnek olmakla başlar. O halde çocuklarımıza iyi örnek olmalıyız.
2-Aile ahlak eğitiminin temelidir. Aile yapısını ahlaki temellere oturtmalıyız.
3-Okullarda dini eğitim verilirken çocuk psikolojisini göz önünde bulundurmalıyız.
4-Din eğitimini ehliyetli ve pedagojik alt yapısı olan öğretmenler tarafından vermeliyiz.
5-Okulda edinilen din kültürünün okul dışında gerçekleştirilecek sosyal sorumluluk projeleriyle uygulamaya koyulması ve içselleştirilmesini sağlamalıyız.
6-Cennet-cehennem, günah-sevap, haram, helal, ölüm gibi çocukların merak duyduğu konularda sorularını cevapsız bırakmamalıyız.
7-Olumlu örnekler üzerinden ve düzeye uygun şekilde, korkutmadan anlatın ki, çocuk bu soruların cevabını dışarıdaki kontrolsüz ve uygunsuz ortamlarda aramasın.
Çocuklarımıza bırakacağımız en kötü miras bozulmuş ahlak ve özünden uzaklaştırılmış dindir. Kendimizi değiştirme imkânımız olmayabilir, lakin onlar için geç değil.
Bu konu ile ilgili üzerimize düşen sorumlulukları bilmeli ve yerine getirmeliyiz.

Henüz vakit varken…

4 Kasım 2015 Çarşamba

Hayal et !


Candy Crush oyunuyla ün yapan  King Digital 5.9 milyar liraya satıldı. Yani bizim 3. boğaz köprüsünün ihale bedelinin iki katına...

Düşünüyorum da dünyanın en maceraperest denizcilerinden Kristof Kolomb'un hayallerini kraliçe İsabella desteklemeseydi, bugünkü yeni dünyanın keşfi nasıl gerçekleşecekti?

Ya da Oxford'da filolog olan Prof. J.R.R. Tolkien'in dünyaca tanınmasına sebep olan ve sinemaya uyarlanıp yapımcısına 5 milyar dolar kazandıran fantastik ve hayal ürünü "Yüzüklerin Efendisi" ve "Hobbit" kitaplarına ne demeli...
Hobbit kitabı 1937'de çıktığında alay konusu olup, herkesin eleştirisine maruz kalmıştı.

Onlarca dile çevrilip, 7'den 70'e herkesin müptelası olduğu, ama ilk çıktığında "deli saçması" diye dalga geçilen Harry Potter'ın oluşturduğu dev sermaye piyasasını zaten biliyoruz.

Facebook, twitter, wattsapp, flicker, instagram, google vs gibi dev yazılım şirketlerini saymıyorum bile...

Ben derim ki; kimsenin hayallerini küçümsemeyin.

Çünkü hayal kurmak;
✽ Yaratıcılığı artırır.
✽ Tasarım yapmayı sağlar.
✽ İnovatif düşünceyi tetikler.
✽ Özgünlüğü artırır.
✽ Düşünceyi zenginleştirir.
✽ Heyecan yaratır.
✽ Motivasyonu artırır.

Hayal kurmak, bir fikri gerçekleştirmenin ilk adımıdır. Bu yüzden çocuklarımızın hayallerini küçümsemeyin. Hayal kurmaya teşvik edin. Hayallerini zenginleştirecek bilim kurgu, çizgi roman, karikatür ve fantastik masallar okumasını engellemeyin.

Gelecek, hayal edenlerindir.


25 Ekim 2015 Pazar

Bitişik Eğik Yazıyı Niçin Kullanmalıyız?

Son günlerde sosyal medya üzerinden bitişik eğik yazı kaldırılsın diye bir kampanya başladı. Kampanyaya destek veren velilerimizin konuyla ilgili yeterince bilgisi olmadığını, eğitimcilerin birçoğunun ise “eğitim fakültesi” çıkışlı olmadığını düşünüyorum.

El yazısının gerekliliği henüz öğretmenlere anlatılamamışken veya eğitimciler bunu özümsememişken velilerden destek bulmak elbette çok zor.

Peki, nedir bu bitişik eğik yazıyı dik temel yazıdan üstün kılan özellikler?

Kısaca özetlemek gerekirse;

✓ Eline ilk defa kalem verilen çocuğun yapacağı ilk şekil el yazısı ile "e" sesidir. Eğer bunu biraz daha dikey eksende uzatırsa "l" sesi oluşur. Bu iki sesi kullanarak "el" hecesine ve sonrasında "el ele" öbeğine ulaşırsınız. Yani kısa sürede okumaya geçebilirsiniz.

Yapılandırmacı yaklaşımın özü de budur. Çocuğun öğrendiği her harf hecenin, her hece sözcüğün, her sözcük de cümlenin temelini oluşturduğu için öğrenme, anlamlı ve kalıcı olur.

✓ El yazısı çocuğun kas yapısına çok uygundur. 4-5 yaşında dahi öğrenilebilir. Düz yazı dik, düz ve keskin hatlara sahip olduğu için zordur.

✓ El yazısı estetik kullanıma uygundur. Çocuğun zihinsel, duyusal ve psikomotor gelişimine katkı sağlar.

✓ El yazısı bitişik olduğu için hızlı not almaya uygundur. Mesela düz yazı ile "Mustafa" yazarken 14 defa elinizi kaldırırken el yazısı ile sadece 2 defa kaldırırsınız.

✓ Hızlı yazıldığı için zamandan, bitişik yazıldığı için kâğıttan tasarruf sağlar.

✓ Özellikle ilkokulda noktalama işaretlerinin düzgün kullanılmasında, problem çözme becerilerinin gelişmesinde çok etkilidir. Çünkü kelimeler bitişik yazıldığı için noktalama işaretleri ve rakamlar hemen fark edilir.

✓ Not alırken zihinde tutulan sözcüklerin unutulmasını önler.

✓ Dik temel yazıda hem harfler, hem de sözcükler arasındaki boşluklar kelimelerin bütünsel algılanışını zorlaştırırken bitişik yazıda sözcük bütün olarak kolayca algılanır. Böylece heceleme engellenerek akıcı okuma gerçekleşir.

✓ Sesler birbirine bağlandığı için çocuğun dikkati dağılmaz. Oysa dik temel yazıda her harfte el kalktığı için ve sonraki harfe farklı bir noktadan başlandığı için dikkat dağılabilir.

✓ Çocuğun özgün bir yazım tarzı geliştirmesine olanak sağlar.

✓ Dik temel yazıda çocuğun eli çoğunlukla yazıyı kapatmaktadır. Özellikle solak çocuklar için bu durum trajediye dönüşmektedir. Bitişik eğik yazıda ise 70 derecelik eğiklik sayesinde yazı kapanmaz ve çocuk birleşim noktalarını görür.
Bitişik eğik yazıdaki süreklilik ve hız, düşüncenin sürekliliği ve hızı ile  birleşmekte ve birbirinin gelişimini desteklemektedir.

  Son 20 yılda yapılan tüm araştırmalar bitişik eğik yazının düşünme, anlama, sıralama, sorgulama, sınıflama, ilişki kurma, analiz-sentez yapma ve değerlendirme gibi zihinsel becerilerin geliştirilmesine çok büyük katkı sağladığını ortaya koymaktadır.

  Finlandiya, İngiltere, Almanya, Norveç, Fransa, Belçika, Kanada, Danimarka ve birçok Avrupa ülkesi bu araştırmalar ışığında bitişik eğik el yazısıyla okuma yazma öğretiyor.

  Oysa ülkemiz çocuklarında sürekli bir düz yazı yazma hevesi görüyoruz. Çünkü öğretmeni el yazısını içselleştiremediği için çocuk ta özümseyemiyor. Üstüne bir de dik temel yazıyı yasaklayınca bu durum çocuğu cezbediyor. Ve en önemlisi bilgilendirilmeyen veliler bitişik eğik yazıyı “bela” olarak algılayınca çocuğuna da böyle yansıtıyor.

  Uygulamada karşılaşılan en büyük sorun çocuklarımızın yazısının düzgün olmaması. Burada en büyük sorumluluk öğretmenlerimize düşüyor. Harf ve yazı estetiğini vermeliyiz. Eğik ve aynı boyutlu yazma üzerinde daha fazla durmalıyız. İlkokuldan sonra öğretmenlerimiz kolaylık olsun diye düz yazı istememeli. Öğretmenler birlikte hareket etmeli. Ortak bir tutum geliştirilmeli.

  Toplum olarak enerjimizi bilimsel olarak kanıtlanmış yaklaşımları baltalamak yerine bunu geliştirecek yaratıcı fikirler bulmaya harcamalıyız.

✓ Düz yazı için imza toplamak yerine çocuklarımıza klavye eğitimi verilmesi için kampanya başlatabiliriz.

✓ İsterim ki, bitişik Arap harfleriyle hat sanatında zirve yapan bu milletin çocukları, aynı sanatı bitişik eğik yazıyla yeniden alevlendirsin.

✓ Mesela, okullarımızda kaligrafi dersleri olsun. Bu dersler çocuğumuzun yaratıcılığını, özgür düşünmesini, el becerilerini, zekâsını, estetik duygularını geliştirir.

Apple ve Pixar’ın kurucusu Steve Jobs aldığı kaligrafi dersleriyle bugünkü kullandığımız en temel yazı karakterlerini tasarlamıştır. Ve defalarca gelişimindeki en büyük katkının bu dersler olduğunu söylemiştir.

Bu yüzden bitişik eğik yazı kullanımının çok doğru bir uygulama olduğunu ve devam etmesi gerektiğini düşünüyorum.



12 Ekim 2015 Pazartesi

Çocuklarda Kitap Okuma Alışkanlığı

Harry Potter 4195 sayfa...
Her yaştan insan büyük bir keyifle okuyor. Hatta gece gündüz demeden müthiş bir tutkuyla birkaç haftada bitiren, her ayrıntısını hatırlayıp,  kitabı yaşayan çocuklar var.

Gariptir ki aynı çocuklar öğretmenlerinin verdiği incecik kitapları aylarca okumamak için direniyor.

Peki, nerede yanlış yapıyoruz?

Genelden özele inersek;
1- Ülke olarak formal eğitim dışında bir "çocuk eğitimi" ve "okur-yazar" vizyonumuz yok.
2-Çocuk edebiyatımıza hakim olan sosyal gerçekçi üslup okuma isteğini öldürüyor.
3-Çocuk filmleri ve animasyonları ülkemizde henüz çok yeni. Yapımlarda "eğitici" olma kaygısı güdüldüğü için ilgi görmüyor.
4-Şehirlerimizden köylerimize ve evlerimize kadar ortak bir kitap okuma anlayışı geliştiremedik.
5-Okulda verilen eğitim "merak" duygusunu tetiklemiyor. İlgi uyandırmıyor.
6-Ebeveynlerimiz kitap okuma konusunda örnek olamıyor.
7-Evlerimizin büyük çoğunluğunda bir kitaplık dahi yok.
8-Çocuklarımızın tanıştığı ilk kitapların kötü olması ön yargıları güçlendiriyor.
9-Kitap okumayı "boş zaman" etkinliği olarak görüyoruz. Oysa okumak, başlı başına ciddi bir iştir.
10-Kitap seçiminde ne çocuğun tercihlerini dikkate alıyoruz, ne de pedagogların...
11-Çoğu zaman kitap okumak, bir ceza yöntemi olarak uygulanıyor.

Peki, bir birey olarak neler yapabiliriz?

1- Çizgi romanlar okuma sevgisini başlatmak için ilgi çekici olabilir.
2- Mizah, bilim-kurgu ve fantastik kitaplar çocuklar için vazgeçilmez olabilir.
3- Kitap seçimini "kitabı okuyacak" kişiye yaptırabiliriz.
4- Okuma isteğini alevlendirecek konularda merak uyandırabiliriz.
5- En değerli zaman dilimlerimizi okumaya ayırabiliriz.
6- Okuduklarımızla ilgili sohbetler gerçekleştirebiliriz.
7- Evimizin en güzel köşesine bir kitaplık yaptırabiliriz.
8- Okumayı, seyretmeye tercih edebiliriz.
9-"Okursam o da okur." sözümü kulağınıza küpe, kolunuza bilezik, boynunuzu kolye yapabilirsiniz.

Her şeyden önemlisi devletimizin bir "çocuk" ve "okur-yazar" politikası olmalı. 2014'te Japonya'da 4,2 milyar kitap basılırken ülkemizde bu sayının 23 milyonda kalması nasıl izah edilebilir ki?

Aynı şekilde Güney Koreli ailelerin %65'inin evinde çocuklarına yönelik 100 den fazla kitap varken, bu oranın bizde %10'larda kalması da toplum olarak ne durumda olduğumuzun bir göstergesi olsa gerek.

3 çocuk yapma politikasından "ayda 3 kitap oku, okut." anlayışına geçtiğimiz zaman toplum olarak bir şeyleri değiştirebiliriz.

Bu yazıyı okurken "Kimi değiştirebilirim ki deme." Evet, belki kimseyi değiştiremezsin fakat kendini pekâlâ değiştirebilirsin.
Ve sen değişirsen dünya değişir.
Unutma!




Abur-cubur ve Satış Aldatmacası

Marketlerde annesinin eteğine yapışan inatçı çocukları bilirsiniz. İstediğini alabilmek uğruna çığlık çığlığa ağlayıp, kendini yerlere atarlar. Kızmayın onlara.

Çünkü;
Reyondaki şekerlemeler rengarenk
Cipsler harika görünüyor
Sütlerde en sevdiği çizgi kahraman var
Çikolatalar çok sevimli
Meyveli yoğurtlar, gofretler, meyve suları, bisküviler, kekler, krakerler enfes görünüyor.

Çocuklar haklı.

Bunlardan birkaç tanesini hak etmiyorlar mı?
Anneleri niye almasın ki?
Hem bu güzel yiyeceklerin markette ne işi var? Çocuklar için değil mi hepsi?
Anneler her istediklerini alıyorlarsa, çocuklar niye almasın ki?

Ne yazık ki çocuklarımız maddi dünyanın enstrümanlarına çok fazla maruz kalıyor.
Dev şirketler, çocuklarımızı ürünlerini kolaylıkla pazarlayabilecekleri müşteriler olarak görüyorlar.

Onların;
Masumluğundan
savunmasızlığından
duygularından
inatçılığından
oburluğundan
tutkularından
hayallerinden faydalanıyorlar.


Farkında mısınız?
Televizyon kanallarındaki reklamlar da işte bu yüzden çocuklar üzerine yoğunlaşmaya başladı. Albenisi yüksek renkli şekerlemeler, kısa çizgi dizilerdeki dondurmalar, bol maceralı cips reklamları... Hepsi çocuklarımızı para kazanma hırslarına alet ediyorlar.

Aynı şekilde fast foodların sürekli yenilediği karakter oyuncakları, dağıttıkları balonlar, animasyon figürleri ve palyaçolar çocuklarımızı baştan çıkarmayı amaçlayan diğer araçlar.

Bunlara karşı bilinçli olmak, yavrularımızın sağlığını korumak açısından hayatı öneme sahiptir.

Fast food, abur cubur, pastörize içecekler, cipsler ve şekerlemeler;
Obeziteye
Migrene
Kalp damar hastalıklarına
Strese
Dikkat dağınıklığına
Uyku düzensizliğine
Sindirim problemlerine
Bağışıklık sisteminin zayıflamasına ve çabuk hasta olunmasına sebep olmaktadır.

Bunlara engel olmak için;
Öncelikle anne-babalar marketlerin abur cuburlarını yemeyi bırakmalı.
Doğal ve ev yapımı yiyeceklere yönelmeli.
Televizyona ayrılan zaman en aza indirilmeli.
TV programları pedagojik denetimden geçmişse seyredilmeli.
Çocuğun mutfakta kek, kurabiye, pasta yapımına katkı sağlamasına, çerez tabakalarını hazırlamasına imkân verilmeli.
Abur cuburlar ödül olarak kullanılmamalı.
Aile ve yakın çevre ortak beslenme tutumları geliştirmeli.
Okul çağı çocuklarına harçlık vermek yerine beslenme çantası hazırlanmalı.
Reklamlardaki kandırma usulleri çocuklara uygun bir şekilde anlatılmalı.
Yasaklama, zorlama ve cezalandırma olumsuz davranışı daha fazla pekistirir. Bu yollara başvurmamalı.
Alış-verişler marketlerin ilgili reyonlarına uğramadan, görüş alanında bulunmadan yapılabilmeli.
Fast-foodlardan önce anne-babalar uzak durmalı.
Her zaman evde meyve ve kuruyemiş bulundurulmalı.


Herşeye rağmen yine sorun yaşıyorsanız, yaşadığınız krizi hafifletmek için çocuğunuzun daha sağlıklı olan yiyeceklerin arasından tek bir tercih yapmasını istemek yararlı olabilir.

3 Eylül 2015 Perşembe

Maslow'a Meydan Okuyan Öğretmenler

İnsanın temel gereksinimleriyle ilgili Maslow'un ortaya koyduğu basamaklar şöyledir;
1-Beslenme, uyku, cinsellik
2-Barınma, güvenlik, mülkiyet, iş garantisi
3-Aile kurma, ait olma
4-Güven, başarı, saygı
5-Erdem, yaratıcılık, kendini gerçekleştirme, problem çözme

Bu piramidin üst basamaklarına çıkmanın on koşulu alt basamaktaki gereksinimleri karşılamaktır.

Öğretmenlik, kanunlarda yer aldığı şekliyle bir "ihtisas" mesleğidir. Devletin ve toplumun beklentilerine bakacak olursak bu mesleğin yapılabilmesi için Maslow'un basamaklarının tamamının gerçekleştirilip, üretme, problem çözme, yaratıcılık, kendini gerçekleştirme basamağındayken yapılmalı bu iş.

Mevcut durumda, maaşı geçinmesine yetmeyen, ek iş yapmak zorunda kalan, emekli ikramiyesi ile bir ev bile alamayan öğretmenlerimiz nasıl yapacaklar bu işi?

Karı-koca çalışıp bir üst basamağa çıkanların ise sorunları daha farklı. En öncelikli konu iş garantisi ve şiddet. Yapılan düzenlemelerle iş garantisi elinden alınmak istenen, 147 şikayet hattı gibi yöntemlerle velilerin önüne atılan, şiddete maruz kalan öğretmenler nasıl verimli olabilir ki?

Alt basamaklardaki sıkıntıları bir şekilde çözüp aile kuranlar ise atama politikalarındaki sistemsizlik ve duyarsızlık yüzünden eşlerinden ayrı kalmaktadır. Bulunduğu kurumda sendikal ayrıma tabi tutulan, baskı gören, deyim yerindeyse MEB'in üvey evladı konumuna düşen öğretmenlerimizin de durumu çok hazindir.

4.basamağa ulaşan özverili öğretmenlerimiz ise, sürekli değişen mevzuat, yamalı bohçaya dönen sistem ve günü birlik politik yaklaşımlardan dolayı kurumlarına güven duygusu besleyemiyorlar. Geleceklerini göremeyip, yarınlarından endişe duyuyorlar.

Son olarak Maslow'a inat tüm basamakları katedip zirveye ulaşanlar ise, hiç bir başarı cezasız kalmaz düsturuyla tanışıyorlar. Görevden almalar, soruşturmalar, mobbing kırbaç gibi şaklıyor sırtlarında.

Aslında ilk basamaktan sonra yazılanların tamamı mantık çerçevesi olmayan durumlardı. Çünkü ülkemizdeki öğretmen maaşı ne yazık ki ilk basamağa hapsediyor onları.

Maslow bugün yaşasaydı eminim ülkemizdeki öğretmenlerin nasıl olup da bu kadar şeye rağmen öğretmenlik yapabildiklerine yoğunlaşırdı. Ve ihtiyaçlar hiyerarşisini sil baştan yapardı.

Kimi Çekiyor Bu Çocuk?

KİME ÇEKTİ BU ÇOCUK?

Hepimiz tanık olmuşuzdur, üniversite hocalarının ortaöğretimden temelsiz geldiğimiz konusunda veryansın etmelerine. Ortaöğretimdekilere göre ise, ortaokuldan geliyor bu eksikliğimiz. Ortaokuldakiler suçu ilkokul öğretmenlerine, onlar da velilere atmakta.

Çocuklarının sergilediği olumsuz tutum ve davranışlar karşısında öğretmenlerinden başka suçlayacak birini bulamayan Anne baba ise bu soruna atalarımızdan yadigâr bir bakış açısıyla son noktayı koyar; kime çekti bu çocuk ?

İnsanoğlunun dünyadaki serüvenine başladığı günden bu yana biyolojik yapı taşlarında pek bir değişiklik olmadığını, temelde hücreyi, organları ve organizmayı oluşturan elementlerin aynı olduğu biliniyor.

Bir çocuk, ailenin aktardığı sağlıklı genlerle ortalama bir zeka seviyesiyle doğar. Çevresel faktörlerin ve eğitimin etkisiyle sahip olduğu bu kapasiteyi büyük oranda kullanmaya başlar. Uzmanlar zekanın yüzde 40 ila 50 arası kalıtımsal olduğu tezini savunurlar. Geriye kalanını da diğer etmenlerin oluşturduğuna...

Bence zeka, bireyde doğuştan gelen mevcut kapasitenin kullanılması ile oluşur. Bunu söyle örneklendireyim. Bir otomobiliniz var, hız göstergesinde azami hız 180 belirlenmiş. Siz ise en fazla 110 basabiliyorsunuz. Oysa yakıtınız iyiyse, araç bakımlıysa, yollar düzgün ve yasal sınırlar da müsait ise otomobilin 180'e kadar çıkabilme  imkânı var.

Otomobilin yakıtı ve bakımı, yolun durumu ve sınırı neyse, çocukların  beslenmesi, sporu, aile ortamı, sosyal çevresi ve aldığı eğitim odur. Zengin uyarıcılarla dolu bir atmosferde yetişen, aile tarafından becerileri desteklenen, yaşantı yoluyla farklı tecrübeler edinme imkânı bulan çocuklar daha zeki oluyor.

Zekayı, karşılaşılan bir durum karşısında farklı çözümler ve beceriler geliştirebilme yeteneği olarak tanımlarsak, kısıtlı ortamlarda değişik tecrübeler edinmemiş çocuklar bu yeni durum karşısında ön bilgi ve becerilerini kullanmakta cılız ve basit seçeneklere hapsolurken, yaşantı zenginliği olan çocuk geniş tecrübe alanından getirdiği seçenekleri yeni durumla ilişkilendirerek yeni ve farklı çözümler üretebilmektedir.

Çocuğun gelişiminde muhakkak ki en önemli  unsur ailedir. Ailenin birikimi, ilgisi ve desteği olmadan bir çocuğun başarılı olması çok zordur.

Sınıfımda velilerimle yaptığım ilk toplantıda hep şunu derim;
Bir günün 6 saatini bizimle okulda geçiren bir çocuk geri kalan 18 saatini evde sizinle  geçirmekte. Bu sebeple başarıda ve başarısızlıkta bir pay bizim, uc pay sizindir.

Çocuklarımızda gördüğümüz olumsuzluklar aslında bizim yanlış iliklediğimiz ilk düğmenin yarattığı durumun tezahürüdür. Çocuklarımız bizim vitrinimizdir. Bu yüzden ilk başta sorduğunuz o yanlış soruyu şöyle düzeltmek isterim "Kimi çekiyor bu çocuklar?"

Cevabini yine ben vereyim. Dünyaya gözünü açtıklarında başlıyor çekim. Bazen anneyi çekiyor, bazen babayı. Bazen amcayı, halayı, doğayı, televizyonu, mahalleyi, abiyi, arkadaşı, komşuyu, öğretmeni velhasıl çevresindeki canlı cansız herşeyi çekiyor. Vakti geldiğinde ise bu kaydedilmiş arşivi bizlerin beğenisine sunuyor?

Şimdi  çocuğunuza bakarak söyleyin, sizin çocuğunuz en çok kimi çekiyor?

24 Ağustos 2015 Pazartesi

Senebaşı İhtiyaç Listesi

Bu yıl da hep birlikte güzel bir öğrenme yolculuğuna çıkacağız. Bu yolculukta hepimize lazım olacak araç-gereçleri listeledim.  Yolculuk boyunca bu takım çantasını muhakkak yanınızda bulundurun.

İhtiyaç listesi

1- Sevgi
2- İlgi
3- Sabır
4- Hoşgörü
5- Saygı
6- Empati
7- Özerklik
8- Dayanışma
9- Sağlık ;)

NOT: Geçen seneden kullanılmayanların bu sene muhakkak öncelikli olarak kullanılması gerekir.

Listedekilerin tükenmesi durumunda dönem içinde takviye yapabilirsiniz.

Durumu müsait olmayanların en yakın zamanda benimle iletişime geçmelerini istiyorum.

Yeni eğitim ve öğretim yılı tüm çocuklarımıza ve siz değerli anne babalarımıza güzellikler getirsin.

18 Temmuz 2015 Cumartesi

El alem ne der?


Anadolu'da yaşayan herkes hayatının bir evresinde muhakkak bu soruya maruz kalmıştır. El alemin ağzından çıkacak sözcükler en çok biz bir şeye karar verdiğimizde değer kazanır. Arkamızdan kurulacak muhtemel cümleler, jest ve mimikler üzerine öngörüde bulunmak için zihnimizi epey bir zaman meşgul ederiz. Çoğu zaman kararımızdan dönmüşüzdür. Eğerlerle başlayan cümleler, sonraları yerini keşkelere bırakır.

Her alanda bizden başarılı olan komşunun çocuğuna hiç bir şey demeyen el alem, kafayı sanki bizimle bozmuştur. Anne-babamızın aklımızın bir köşesine evladiyelik bıraktığı el alem, yaşamımızın geri kalanında her şeyimize karışır.

İşimize, eşimize, evimize, eğlencemize, giyimimize, saçımıza hep o karar verir. Bir süre sonra beceriksizliğimizi bize kabul ettiren el alem, bünyemizi ele geçirerek saltanatına bizi köle yapar.

Yıllar sonra aynanın karşısına geçip, koskoca bir ömrün muhasebesini gördüğümüzde, aslında kendimiz için hiç bir şey yapmadığımızı, her şeyi el alem için yaptığımızı anlarız. Ama ne yazık ki geç kalmışızdır.

Öyleyse şuanda, şu yaşta yani, el aleme kapıyı gösterip, yerine heyecanlarımızı, tutkularımızı ve ideallerimizi içeri alalım.

İşte o zaman hayatımızın bir anlama kavuştuğunu göreceğiz. Dünyanın bizim gördüğümüzden çok daha fazla rengi olduğunu hissedip, mutluluğun gerçek tadının kekremsi olmadığını fark edeceğiz.

Yaşayacağız kendimize, kendimizce



16 Temmuz 2015 Perşembe

ÖZEL OKUL MU, ÖZERK OKUL MU ?

Son yıllarda uluslararası sınavlarda alınan düşük puanların sebepleri üzerine kafa yoran eğitimciler birçok çözüm önerisi sunmuşlardır. Öğretim programlarının yenilenmesi, öğretmen niteliklerinin artırılması, okulların yeniden yapılandırılması bunların başlıcalarıdır.

Bu yazımızda okulun yeniden yapılandırılması üzerinde yoğunlaşacağız. Hantallaşan devlet okullarının işlevini yitirdiği, kendini yenileyemediği, sosyal çevresinin çok gerisinde kaldığı bilinmektedir. MEB bu soruna çözüm olarak,  özel okulları destekleme kararı aldı. Verilen teşviklerle özel okulların sayısının artmasına, öğrencilerin ise buralara kanalize olmasına sebep oldu. Öngörü, rekabetçi bir ortamda niteliğin artacağı yönündeydi. Fakat beklendiğinin aksine tabakalaşmış  bölgesel homojen okullar oluştu.

Çözümü dışarıda değil, içeride aramak gerekir. Deneme tahtasına dönen eğitim sistemimizin en büyük ayağı olan devlet okulları merkeziyetçi anlayıştan dolayı çağın gerisinde kalmaktadır. Devlet okullarındaki merkeziyetçi yönetim;
-Esnek değildir.
-Yetkiyi sınırlandırır.
-İletişimi engeller.
-Bürokrasiyi artırır.
-Katılımcılığı kısıtlar.
-Çözümü göremez.
-Denetimi zorlaştırır.

Oysa birçok AB ülkesinde olduğu gibi okullarımıza belli sınırlar içerisinde özerklik verilse, bu sorunlar büyük oranda aşılacaktır. Çünkü yerinden yönetimlerde;
-Esneklik vardır.
-Yetki paylaşımı vardır.
-İletişim ve etkileşim vardır.
-Yönetime katılım vardır.
-Akışkan bir işleyiş vardır.
-Yerinde çözüm vardır.
-Sahiplenme vardır.
-Şeffaflık vardır.
-Öz denetim vardır.

Özerk okullarda veliler, öğretmenler, öğrenciler, yöneticiler ve uzmanlar yönetime bizzat katılırlar. Ulusal eğitim politikaları çerçevesinde kendi yerel programlarını oluşturup, uygularlar. Sorunlara yerinde çözüm bularak büyümesini engellerler. Bulundukları çevreye sosyal ve kültürel projelerle değer katarlar.

Özerk okullar, görevlendirdikleri ilgili komisyon vasıtasıyla bütçelerini kendileri oluştururlar. Harcamalarını önceliklerine göre yaparak, kaynakları verimli ve etkili kullanır.

Okul, açık bir eğitim alanına dönüştüğü için öğrenciler sosyal çevrenin imkânlarından, okulun etki alanındakiler de okulun imkânlarından faydalanırlar.

Okul kendini çağın şartlarına uygun hale getirmek için sürekli arayış, yenilenme ve gelişme içerisinde olur. Eğitime müdahil olan tüm grupların yönetime katılması nedeniyle istismar, keyfilik ve nemelazımcılık kendiliğinden engellenir. Sahiplenme artacağı için, mezun olanlar ve yerel çevre okuldan bağını koparmaz.

Özel okullara verilen teşvik ve kısmi özerklik devlet okullarına verildiği takdirde büyük bir yenilenme olacağı muhakkaktır. Rekabeti değil de paylaşımcılığı ve işbirliğini esas alan özerk okul yaklaşımı 21.yüzyıl becerilerinin kazanılmasına imkân sağlayacak büyük bir hamle olarak önümüzde durmaktadır.

Ya şimdi dönüşüm başlatacağız, ya da geleceğe seyirci kalacağız…





15 Temmuz 2015 Çarşamba

Dershane mi, Maker Stüdyo mu?

Anayasa Mahkemesi’nin Dershanelerin yeniden açılması ile ilgili verdiği karardan sonra, dershaneler konusu tekrar ülke gündeminin ilk sıralarına yerleşti. Bu yazımızda dershanelerin işlevini nasıl yitirdiğini, inovasyon çağını yakalamak adına nasıl bir dönüşümden geçmesi gerektiğini tartışacağız.

Dershaneler, okulun görevini tam manasıyla yapamaması, sınava dayalı yapılan yerleştirmeler ve dezavantajlı çocukların akranlarıyla arasındaki açığı kısa sürede kapatma ihtiyacından doğmuştur. Başarıyı, çocukların bir soru daha fazla çözmesinde arayan bu kurumlar, ticari kaygıları, cemaatlere eleman temin eden, atanamamış öğretmenleri çok düşük ücretlerde istihdam eden ve çocukları sadece test çözmeye iten yaklaşımları nedeniyle çok eleştirildi.

Sınavlarda dereceye giren öğrenciler üzerinden yapılan reklamlar, toplumsal olarak dershanesiz başarı sağlanamayacağı ön yargısını belleklerimize yerleştirdi. Oysa başarıyı, sadece sınav sonucuna indirgemek, çocuğun kişisel ve sosyal gelişimini göz ardı ederek her şeyimizle bir yarışa odaklanmamıza sebep oldu. Kuşkusuz bu duruma gelinmesinde en büyük pay, eğitim politikalarına yön veren siyasetçi ve bürokratlarındır.

Ülke olarak yaşadığımız bütün sorunların temelinde eğitim yatmaktadır. Girişimci, inovatif, özgür ve özgün düşünen bireyler yetiştirememizin sebebi, ilkokuldan yüksek lisansa kadar çocuklarımızı akademik sınavlara hazırlarken onların ilgilerini, meraklarını, hislerini, farklı fikirlerini, üreticiliklerini, işgücünü ve yaratıcılığını törpülediğimizdendir.

Dershaneler bu ülkenin bir gerçeği değildir, olmamalıdır. Amaç sektöre pazar oluşturmak ise, dershanelerdeki beyin gücü inovasyon için kullanılabilir. Farklı kulvarlarda açılacak olan maker stüdyolar ve uygulama kulüpleri, çocuklarımızın ders dışı faaliyetlerle, ilgi duyduğu alanlarda kendini geliştirmesine, kafasındaki idealleri gerçekleştirmesine,  üretime katılmasına, yaparak yaşayarak öğrenmesine, inovatif fikirlerini ve tasarımlarını gerçeğe dönüştürmesine imkân sağlayacaktır. Alanında uzman eğitimcilerin rehberliğinde, her türlü donanıma sahip platformlarda gelişimci bakış açısıyla inovasyonun temelini atma şansına sahip olacaklardır.

Fikir kulüpleri, basın-yayın kulüpleri, tarım-hayvancılık kulüpleri, kodlama ve programla kulüpleri, robotik kulüpleri, sanat kulüpleri, tiyatro ve dans kulüpleri, resim kulüpleri gibi sayısız alanda açılabilecek bu eğitim kurumları, sınav kaygısı olmadan, çocuklarımızın kendi kendine ve hevesle gerçekten bir şeyler başarmasına imkân sağlayacaktır.

Örneğin, ortaokula giden ve bilgisayar programlarına ilgi duyan bir çocuk, yaşadığı yerdeki en yakın maker stüdyolardan birine kaydolacak. Burada kodlamayı öğrenecek. Kendi programlarını yazacak. Yazdığı programları 3 boyutlu yazıcılar, Netdunio, Arduino gibi basit elektronik devreleri kullanarak gerçeğe dönüştürecek. Bu alandaki başarısını meslek liselerinde ve üniversitede devam ettirerek hem sevdiği işi yapacak, hem mesleğine yeni yaklaşımlar kazandıracak, hem de ülke ekonomisine çıktısı yüksek markalar kazandıracak.

Bunların hiç biri hayal değil. Bugünün teknolojilerinin mucitlerinin küçücük bodrumlarda ve garajlarda ilk icatlarını gerçekleştirdiğini ve kendilerini buralarda yetiştirdiğini düşünürsek, daha donanımlı olan bu stüdyo ve kulüplerde çok daha güzel işler başaracak çocuklar neden yetiştirmeyelim?



Çocuklarımız, günü birlik politikalar, maddi kaygılar ve ideolojik saplantılarla heba edilmemelidir. Eğitim, siyaset üstü bir alan olarak kalmalı. Dershaneler ise ya geleneksel çarkta maddi açlıklarını tatmin edecek, ya da bu ülkenin geleceğinde pay sahibi olmak için tüm donanımıyla elini taşın altına koyacaktır
Bekleyip, göreceğiz…

13 Temmuz 2015 Pazartesi

Çocuk Okuldan Niye Sıkılır?

Hiçbir sağlık sorunu olmadığı halde okul saati geldiğinde mızmız eden, karın ağrısı çeken ve hatta kusan çocukların okul korkusundan dolayı böyle davrandığı bir gerçektir.
Okul korkusu en fazla ana sınıfı ve birinci sınıfta görülmesine rağmen, "okuldan sıkılma" hissi ilkokuldan yüksek öğrenime kadar her aşamada görülebilmektedir. Bu iki problemin altında yatan nedenler, yaş grubuna ve okul ortamına göre dikkatli bir şekilde araştırılmalıdır. Çözümler ise her çocuğun problemine özel olmalıdır.
Bu yazımızda okul korkusundan ziyade "okuldan sıkılma" üzerinde duracağız.
Bir çocuk okuldan niye sıkılır? sorusunu kendi öğrencilik hayatımızdan edindiğimiz tecrübelerle yanıtlamaya çalışalım.


1-Okulun gerçek hayatta bir karşılığının olmadığını düşünüp, öğrenilenlerin anlamsız geldiğini hissettiğimiz için sıkılırız.

2-Evde bir dediğimizi iki etmeyen ailemizin üzerimize inşa ettiği krallığın, okulda bir öneminin olmadığını, aslında herkesle aynı olduğumuz gerçeğinin farkına vardığımız için sıkılırız.

3- Başarmanın tadından çok, başarısızlığın incinmişliğini tattığımız ve hayatımızın geri kalanının da böyle devam edeceği endişesine sürüklendiğimiz için sıkılırız.

4-Ailemizden uzakta, bizim için yabancı olan bir ortamda, yardıma ihtiyacımız olduğunda, ailemizin imdadımıza yetişemeyeceği, okuldaki kavgacı çocukların ve sert öğretmenlerin bize zarar vereceği korkusuyla, kendimizi güvende hissetmediğimiz için sıkılırız.

5- Arkadaşlarımız tarafından dışlanıp,  hor görüldüğümüz için, faaliyetlere dahil edilmeden her şeyi uzaktan seyretme ezikliğini yasadığımız için sıkılırız.

6- Öğretmenimizin sayfalarca verdiği ama kontrol etmediği, bitmek tükenmek bilmeyen ödevlerden dolayı sıkılırız.

7-Evimizin küçük prensi-prensesi olarak üzerimizde hiç bir sorumluluk yokken, okulda yüklenen sorumluluklar ağır geldiği için sıkılırız.

8- Çevremizdeki her şey hızla değişirken, derslerin, öğretmenlerin, idarecilerin ve okulun hiç değişmemesi ve tekdüze bir okul hayatı dayatıldığı için sıkılırız.

9- Dışarıda gürül gürül akan hareketli bir dünyaya rağmen, oynama, koşma, konuşma, önüne dön, kıpırdama gibi komutlarla şekillenen hareketsiz bir atmosferde daraldığımız için sıkılırız.

Sebepleri daha fazla çeşitlendirmek mümkün. Sorunu iyi tanımlamak, çözümü de isabetli kılar. Bu noktada aile, öğretmen ve okul yönetimi sürece fiilen katılarak işbirliği yapmalıdır. Genel anlamda şu yaklaşımlar bu tutumun değişmesine etki edebilecektir.

1- Çocuklara evde verilen küçük sorumluluklar, okula, öğretmene ve eğitime karşı oluşturulan olumlu hava ve güven hissi, arkadaşlarıyla geçireceği güzel vakitlere ilişkin cezbedici konuşmalar, ailenin katkı sunabileceği hususlardır.

2- Öğretmenin sınıftaki adil ve eşit yaklaşımı, sevecen ve hoşgörülü tavrı, mizahi yeteneği, zenginleştirilmiş öğrenme ortamı oluşturma gayreti, iş birliğine izin verme ve diyalogları iyi yönetme becerisi, başarıyı tattırma ve güdüleme azmi, kontrol edebileceği ve amaca hizmet eden etkili görevler verebilme alışkanlığı ve aile ile kuracağı güçlü iletişim çözümün en önemli ayağıdır.

3- Okulda demokratik ve güvenli bir ortamın sağlanması, oyun alanlarının artırılması, sosyal ve kültürel oluşumlara zemin hazırlanması, çocukların ve ailelerin okul  yönetimine katılması, her çocuğa özel olduğunu hissettirecek bireysel yaklaşım ve değerli kılma politikaları okul yönetiminin üzerinde çalışması gereken hususlardır.

Okul, tüm bileşenleriyle dört duvarın ötesine geçebildiği ölçüde var olacaktır. Bahçe kapısında biten okul öğrencisine ve sosyal çevresine hiç bir şey veremez. Okul, kurum kültürü ve sürdürülebilir eğitim çıktılarıyla öğrencilerine aidiyet, çevresine sosyal sorumluluk ve sahiplenme hissi vermelidir.  

Çocuklarımızın severek, arzulayarak öğrenime katılmalarının sağlanması için bu hususlarda kişisel ve kurumsal yenilenmeye daha fazla önem vermeliyiz.

12 Temmuz 2015 Pazar

Tatilde Öğrenme Kaybı Üzerine

Okulların kapanması ile birlikte tatile giren çocuklarda yaşanan öğrenme kaybı ciddi boyutlara ulaşabiliyor.


Araştırmalara göre, çocukların yıl boyunca ogrendiklerinde, tatil nedeniyle ortalama  yuzde 10 kayip yaşanmaktadır. Bu kayıp sosyo-ekonomik düzeyi düşük olan ailelerin çocuklarında daha da yükselmektedir. Özellikle bu ailelerin çocukları orgun eğitim döneminde hemen hemen diğer çocuklarla eşit şartlarda egitime devam ederken, tatilde öğrenme surdurulmedigi için geri kalmaktadırlar. Dolayısıyla bu çocuklar bir sonraki yıla arkadaslarina oranla büyük bir kayıpla başlamaktadır.


Bu konudan muzdarip olan ABD'de son uç yılda ciddi çalışmalar yapılmaktadır. Barack OBAMA tarafından verilen kanun teklifi bu konunun önemini gözler önüne sermektedir. Teklif ile  tatillerdeki öğrenme kaybını en aza indirgemek için dezavantajlı çocuklara burs verilmesi, yerel yönetimlere fon ayrılması, okullarda kurslar açılması da dahil bir çok çalışma yapılması planlanıyor.


En fazla ilkokul yıllarında yaşanan bu kayıp, çocukların tatilde hiç bir şey yapmaması, okula ara vermeyi öğrenmeye ara verme olarak algılayan velilerin umursamaz tutumu ve öğretmenlerin çocuklar ve aileler üzerinde yeterli yönlendirmeyi yapamamasından kaynaklanmaktadır.


3 ay gibi uzun bir yaz tatilimiz olduğu gerçeğinden hareketle bu konuyu hassasiyetle ele almalıyız.


Okulun son haftalarında öğretmenlerimizin  velilerle yapacağı toplantılar kaybın önlenmesinde etkili olacaktır. Çünkü bu durum öncelikle velilerin sorumluluğu altında gelişmektedir.


Çocukların tatilde okuyacakları kitaplara, abone olabilecekleri dergilere, araştırma yapabilecekleri alanlara, proje yapabilecekleri ilginç konulara ilişkin, öğretmeni tarafından hazırlanacak broşürler teşvik edici olacaktır.


Okul tarafından açılabilecek sanatsal ve sportif kurslar, yerel yönetimlerin organize edeceği zeka oyunları etkinlikleri, doğa yürüyüşleri, çocuk oyunları müsabakaları sosyal ve duygusal etkileşim yaratacağı için faydalı olacaktır.


Aileler, çocukların günlük tutmalarına, anılarını yazmalarına, bağ-bahçe işlerinde sorumluluk almalarına önayak olmalıdır. Ailedeki herhangi birinin cep telefonuyla belgesel çekme, mutfakta yapılan yemeğe ve servise yardım etme de yaparak yaşayarak öğrenmeye zemin hazırlar.


Vaktinin büyük bir kısmını tablet, telefon veya bilgisayar başında oyun oynamaya ayıran çocuklara kodlama öğretilerek, kendi kodlarını yazmaları sağlanabilir. Kod yazımıyla ilgili 5 yaş üstü tüm çocuklara yönelik onlarca ücretsiz internet sitesi var. Bu internet sitelerine girildiğinde, çocuklar kendi kendilerine zaten bir kaç dokunuşla öğreneceklerdir.

Son olarak, yıl boyunca öğrendiği konuları kapsayan, bir sonraki yılın konularına dikkat çeken, bol eğlenceli, bol bulmacalı etkinlik kitapları da öğrenme kaybını önleyip, yeni öğrenmelere yelken açtırabilir.