26 Nisan 2020 Pazar

Tekne Orucundan Tekno Orucuna



Eski bir Anadolu geleneği olan “Tekne Orucu” tüm gün açlığa dayanamayacak yaştaki çocukların öğleye kadar tuttuğu oruçtur. Tekne deyince aklımıza hemen ekmek teknesi, balıkçı teknesi kavramları gelse de aslen Arapça “tenkiye” yani künyelemek, kimliklemek sözcüğünün bozularak günümüze kadar gelmesiyle oluşmuştur. Amaç çocukların şevkini kırmamak, onları oruca özendirerek onlara kimlik kazandırmaktır.

Çocukluğu Anadolu’da geçen herkesin davul sesleriyle sahura kalkıp öğle ezanıyla oruç açmışlığı vardır. Hatta bu tekne oruçlarını uç uca ekleyip birbiriyle yarışmışlığı da… Ailesiyle birlikte sahura kalkan, iftar sofrasına oturan ve ramazan sevincine ortak olan çocuk, kendini ailenin ve toplumun bir parçası olarak görmektedir.

Ne yazık ki günümüzde aile bireylerinin bir araya gelerek bir şeyler paylaşması çok zorlaşmıştır. Özellikle hayatın her alanına nüfuz eden ekran bağımlılığı durumu aile iletişiminde en önemli sorun haline gelmiştir. Aynı evin içerisinde birbirinin gözlerinin içine bakmayan, ortak bir sofrayı paylaşmayan, birbiriyle paylaşımda bulunmayan aileler çoğalmıştır.

Özellikle ekran bağımlılığının önüne geçmek için birkaç küçük öneri sunmak istiyorum. Tam gün oruç tutamayan çocuklar için tekne orucu uygulaması gibi bizler de “tekno orucu” tutabilir, tutturabiliriz. Madem bu ekranlardan tam anlamıyla kurtulamıyoruz, en azından kontrol altına alabiliriz.

1)      Öncelikle başlangıç için evimizin bir odasını “ekransız oda” ilan edebiliriz. Ekransız odada hiçbir şekilde cep telefonu, tablet, televizyon, bilgisayar olmayacak. Daha sonra ekransız oda sayısını zamanla ikiye, üçe çıkarabiliriz.

2)      Başlangıç için akşam 1 saati “ekransız zaman” ilan edebilirsiniz. Örneğin akşam 20-21 arasında tüm ekranları kapatıp kitap okuma veya hatıra anlatma saati yapabiliriz. Daha sonra bu saati ikiye, üçe çıkarabiliriz.

3)      Başlangıç için haftanın bir gününü “oyunsuz veya sosyal medyasız gün” ilan edebiliriz. Bu günde hiçbir şekilde sosyal medya hesaplarımıza bakmayacak, oyun oynamayacağız. Daha sonra bunu hafta sonu veya hafta içi olarak genişletebiliriz.

4)      Tek ekran uygulaması” ile evimizdeki tüm ekranlı cihazları kapatıp tüm aile bireyleri için tek bir ekranla etkinlik yapabiliriz. Örneğin birlikte film izleme, oyun oynama, yarışma yapma gibi. Daha sonra bunu dışarıda tiyatro, konser, sinema etkinliği şeklinde geliştirebiliriz.

Ekran bağımlılığını azaltmanın yollarından biri de cep telefonuna zaman sayacı programı kurmak, televizyon ve bilgisayar kapanış saati ayarlamaktır. Tüm bunların ötesinde ekran bağımlılığının engellenmesi için şimdiye kadar keşfedilen en etkili yöntem; aile ile nitelikli ve paylaşımlı zaman geçirmektir. Tıpkı tekne orucundaki gibi, kendimizi ailemizin ve toplumun bir parçası olarak görmek, iç huzurumuzu sağlamak, sağlığımızı korumak ve ailemizi kimliklendirmek için belki de tekno orucunu daha ciddiye almalıyız.


19 Mart 2020 Perşembe

Çocuklara Tavsiye Filmler ve Ailelere Öneriler


Çocuklarla film seyretme ile ilgili yapılan bilimsel araştırmalar şunu gösteriyor:
✔️ Çocuklarınızla birlikte çocuk filmi izlemek onlara kendilerini daha iyi hissettiriyor.
✔️ Kelime dağarcıklarını geliştiriyor.
✔️ Empati gelişimini destekliyor.
Film izlerken arada durdurup film ile ilgili tartışmanız, konuşmanız, sohbet etmeniz ve filmle ilgili sorular sormanız çocukların filmi anlamalarına ve içeriği özümsemelerine olanak sağlıyor.


FİLM ÖNERİLERİ 📽️

6️⃣+ yaş
🔹Buz Devri
🔹Arabalar
🔹Yukarı Bak
🔹Toy Story
🔹Madagaskar
🔹Kung-fu Panda
🔹Ratatuy

7️⃣+ yaş
🔹Moana
🔹Coco
🔹Ejderhanı Nasıl Eğitirsin
🔹İyi Bir Dinozor
🔹Ernest ve Celestine
🔹Frozen
🔹Wall-E

8️⃣+ yaş
🔸Gökteki Kale
🔸Deniz Kızı Ponyo
🔸Komşum Totoro
🔸Küçük Cadı Kiki
🔸Aslan Kral
🔸Tersyüz
🔸Klaus

9️⃣+
🔸Wonder
🔸Dangal
🔸Rüzgarı Dizginleyen Çocuk
🔸Geleceğe Dönüş
🔸The BFG
🔸ET
🔸Charlie'nin Çikolata Fabrikası

👩‍🏫Öğretmenlere;
🔸Ölü Ozanlar Derneği
🔸Tearre Zameen Par
🔸3 İdiot
🔸The Gifted
🔸İki Dil Bir Bavul
🔸Patch Adams
🔸Detachment
🔸Black
🔸Kaptan Fantastik
🔸Afacanlar Yuvada

Filmlerin tamamı 2012 doğumlu kızımla ve sınıf öğretmeni eşimle birlikte seyrettiğimiz ve listeye aldığımız filmlerdir.

Küçük çocukların filmleri kısım kısım ve etkileşimli olarak seyretmesi önemlidir. Özellikle film bitiminde yapımda emeği geçenler kısmı da iyice incelenmeli, 2 saatlik filmde yüzlerce kişinin emeği olduğu vurgulanmalı, buradaki mesleklere ve bu mesleklerin filme katkısına dikkat çekilmeli. Mümkünse YouTube üzerinden filmin arkaplanı ve yapım süreci seyrettitilmelidir.
(Örneğin; Moana Behind The Scenes of The Animation)

Film sonrası örnek etkinlik;
Çocuğunuzun en sevdiği sahneyi açıp sesi kapatın ve birlikte sahneyi siz seslendirin.

28 Aralık 2019 Cumartesi

Türkiye'nin Teknoloji ve Otomobil Hamlesi



Türkiye'nin otomobil serüveni çok eskilere dayanır. Devrim arabalarının yaşadığı hazin son milletimizin hafızasında çok derin yaralar açmış, özgüvenini zedelemiş ve bu alandaki girişimlerin tıkanmasına yol açmıştır.

Bir kaç  yıl öncesine kadar yerli otomobil tartışmalarını anlamsız bulanlardandım. Fosil yakıtlı araçların devrinin kapandığını, hali hazırda bulunan dev şirketlerle rekabet edebilecek yeterli altyapımızın olmadığını, bu girişimlerin "bitmiş yarışa, sporcu hazırlamak" gibi saçma olduğunu ve tek atımlık mermisi bulunan ülkemin bunu yazılımdan yana kullanmasını savunuyordum.

Alternatif proje olarak, Tesla'nın kuracağı üretim tesislerinden birisi için ülkemizin talip olması gerektiği, tedarikçilerin ve dağıtım ağının oluşturacağı iklimin ise "silikon vadisi" gibi bir alt yapı oluşturacağı ve sonrası için bir başlangıç olabileceği yönünde bir önerim vardı.

Bir kaç gün önce Devletin zirvesinin de katılımıyla Türkiye'nin Otomobili olarak 2 yerli otomobil tanıtıldı. Ekibin başında elektrikli mobilite teknolojilerine yönelik deneyimiyle Bosch şirketinin üst düzey yöneticiliğinden gelen bir Türk olan ODTÜ mezunu Gürcan Karakaş vardı.


Belli ki Türk mühendisleri elektrikli, otonom ve akıllı otomobil modeliyle henüz yeni başlamış teknolojik yarışa bir sıçrama ile dahil olmaya dair güçlü bir irade ortaya koymuştu. Ve ekibin içerisinde çok sayıda kadın vardı.



Elektronik mühendisi, otomotiv mühendisi, fiziksel bilimler, endüstri mühendisliği, matematik, enerji yönetim, ekonomi, çevre, mekatronik, uzay ve havacılık mühendisliği ile bilgisayar mühendisliği gibi alanının en iyileri olan Türk mühendislerinden oluşuyordu ekip. Bu durum benim önerimin de ötesine geçiyordu.

Tanıtımın arkasından eleştiriler de gelmeye başladı. Fiyatıyla, bataryasıyla, adıyla, kurulacağı yer ve ortaklarıyla alakalı. En çok dile getirilen eleştiri ise tasarımın bir İtalyan firmasına yaptırılmasıydı. Bu durum tasarım, teknoloji ve marka yönetimiyle ilgili içinde bulunduğumuz çağı okuyamama ve "yerli milli" hamasetinin sonucu olmalı diye düşünüyorum.


Yine de bir faydası olur düşüncesiyle ben de bir katkıda bulunayım istedim. Şöyle ki; Ortaya koyduğunuz ürünün en iyi olmasını ve katma değer oluşturmasını istiyorsanız en iyilerle çalışmak zorundasınız.

Mesela tüm dünyada, insanlarin yeni modelini alabilmek için tonlarca para verip geceden mağazada kuyruğa girdiği  iPhone telefonun;
•İşlemcisi Tayvan
•Kamerası Japonya
•LCD'si Polonya
•Dokunmatiğ Avustralya
•Belleği Güney Kore
•Pili Çin'de üretiliyor.

Yani bir telefonun 30 farklı ülkeden 600 tedarikçisi var.

Yerli otomobilin en azından tasarım kısmını bu minvalde değerlendirmek gerek. Zaman içerisinde oluşturacağı yan sanayi, istihdam, dağıtım ağı ve inovasyon iklimi ülkemiz çocukları ve gençleri için fırsat oluşturacaktır.

Özellikle nesnelerin interneti gibi yazılım ve sensör teknolojileri otomobil dışında farklı alanlardaki teknolojik gelişimin fitilini de ateşleyecektir. Belki kendi uydumuz, hava taşıtımız, takip sistemlerimiz, akıllı şehirlerimiz ve siber güvenlik duvarlarımız için bir başlangıç olacak.

Kendimizi küçük görmekten artık vaz geçmeliyiz. Bu ülkenin genç, dinamik ve girişimci insan kaynağı doğru projelerle katma değer üretecek girişimlere yönlendirilmeli.  Bakın, Philips ve Samsung televizyonların bir çoğu bir Türk firması olan Sunny tarafından İstanbul'da  üretiliyor desem pek inandırıcı olmaz, ama gerçek bu...


Türkiye'nin teknoloji hamlesine ve otomobil girişimine destek vereceğiz, süreci takip edeceğiz, kamuoyu denetimiyle sürecin hamaset ve siyasete kurban edilmesine müsade etmeyeceğiz.



2 Kasım 2019 Cumartesi

ÖĞRETMEN ÖNLÜĞÜ ve KIYAFETLERİ HAKKINDA


Milli Eğitim Bakanımız Prof. Dr. Ziya Selçuk bir kaç gün önce öğretmen önlüklerini şu açıklamayla tanıtmıştı;

Bugün, öğretmenlerimizden gelen talepler doğrultusunda isteyen ve ihtiyaç duyan öğretmenlerimiz için hazırladığımız önlük tasarımlarının pilot uygulamasını başlattık. Sahadan gelecek geri bildirimlere göre tasarımımızı revize edecek ve yaygınlaştıracağız.

MEB: Okul hayatının duruluğunu ve berraklığını, öğretmenlik mesleğine duyulan güveni simgeleyen yeni tasarım önlükler, Bakan Selçuk’un da katılımıyla gerçekleştirilen programla tanıtıldı.

Bu paylaşımlar üzerine sosyal medyada olumlu/olumsuz bir çok yorum yapıldı. Fakat kimse işin bilimsel yönünü araştırma ihtiyacı hissetmedi. Oysa insan zihni dış uyaranlardan çokça etkilenen bir yapıya sahip. Beden dili, jest ve mimikler kadar kılık kıyafet de çok etkili. Hoca Nasreddin'in "Ye Kürküm Ye" mizanseninin dolaylı mesajı da budur. İnsan kıyafeti ile ağırlanır, ahlakı ile uğurlanır.

Social Psychological and Personality Science’da yayınlanan bir makaleye göre, işe uygun ve düzgün giyinip kuşanmak, soyut düşünmeyi, yaratıcılığı ve uzun dönem strateji geliştirmeyi olumlu yönde etkiliyor. Bu etki, güçlü hissetmek ile ilişkilendiriliyor.

American Psychological Association’daki bir araştırmaya göre, erkek deneklere günlük kıyafet, takım elbise ve eşofman giydirilerek ikili görüşme yapmaları istendi. Takım elbise giyenlerin yaptıkları görüşmeler, diğer iki gruba göre çok daha verimli ve karlı geçti.

Journal of Experimental Social Psychology’deki bir araştırmaya göre, beyaz bir laboratuvar önlüğü giyen deneklerin odaklanmayı gerektiren bir görevdeki hata oranları yüzde elli azaldı.

Önlük, tek tipçiliği değil "uzmanlığı" temsil eder. Önlük şart mı? Elbette değil. Fakat öğretmen, kanunda kitapta yazmasına gerek kalmadan nasıl giyinecegini iyi bilmelidir. Sendikaların son yıllardaki kılık kıyafet konusundaki haklı eylemlerini suistimal eden gruplar var. Bunlar toplum nazarinda yanlış algı oluşturmakta ve konfor dairesini terketmemek için değişimlere direnmektedirler.

Öğretmenlerin toplumda kaybolan itibarını yeniden tesis etmek için birçok girişimde bulunan bakanımızın bu küçük ve sihirli dokunuşunun, suya atılan minik bir taşın kıyıya vuran dalgaları gibi bir etkisi olacaktır. Şuan üzerinde çalışılan ve sona yaklaşılan Öğretmenlik Meslek Kanunu da bunun zirvesi olacaktır.

Bu sebeple öğretmenlerimiz, biraz daha mesuliyetlerinin farkında olup bu minvalde eleştirilerde bulunmalıdır. Söylenmek, yakınmak, veryansın etmek yerine yapıcı eleştirilerle sürece katkı sunmalıdırlar.

16 Ağustos 2019 Cuma

Sosyal Medya ve FOMO Sendromu

Bağlantıda kalmak, haberdar olmak, fark etmek ve fark edilmek istiyoruz. İki dakika telefonlarımızdan ayrı kaldığımızda kendimizi dünyadan soyutlanmış hissediyoruz. "Orada bir şeyler oluyor ve ben yokum"

Meşguliyetimizin ve paniklememizin sebebi de sanırım bu durum. Gündemden uzaklaşma, olayları kaçırma korkusu. P. McGginnis buna FOMO adını vermiş. Bir şeyleri kaçırma, bir şeylerden geri kalma ve kendini eksik hissetme durumu.

Ben otururken herkes geziyor, eğleniyor, tatil yapıyor. Yeni bir trend var ama ben bilmiyorum. Acaba gündemde ne var?

Oysa akıllı telefonlardan önce sınırlı bir çevrede sadece bilmemiz gerekenleri biliyor ve merak ediyorduk. Uzakların yakınlaşması psikolojimizin hazır olmadığı bir bilgi ve duygu sağanağı yarattı. Bocalama aşamasındayız.

Bu yüzden "Psikolojik Dayanıklılık" gençlerimize kazandıracağımız çok önemli bir beceri olarak önümüzde duruyor. Ayrıca siber psikoloji alanı da keşfedilmeyi bekliyor.

29 Haziran 2019 Cumartesi

Mahalle Baskısı(!)



"Herkes  evinin önünü süpürürse mahalle tertemiz olur." sözünün özünü kavrayamadık. Soyut düşünme becerileri gelişmemiş bir çocuk gibi mevzuyu temizliğe ve çer çöpe indirgedik. İlkokulun çevre temizlik kulüplerinde görevli çocuklara sloganını ezberletip, afişini yaptırmaktan öte gidemedik. Hatta işin ucunu "bana dokunmayan yılan bin yaşasın, her koyun kendi bacağından asılır" gibi toplum yapısını hiçe sayan bencil ve nemelazımcı anlayışa kadar götürdük.

Oysa hepimiz kendimizden olduğu kadar, ayrılmaz bir parçası olduğumuz toplumumuzdan da sorumluyuz.

Yaptıklarımız kadar yapmadıklarımızdan, söylediklerimiz kadar sustuklarımızdan, bildiklerimiz kadar bilmediklerimizden, sevdiklerimiz kadar sevmediklerimizden de sorumluyuz.

"Mahalle baskısı" siyaset ve yaşam tarzı için değil kanunların ve kuralların uygulanması, toplumsal adalet, eşitlik, liyakat, şeffaflık ve insan hakları için uygulanmalı.

Bizim anladığımız budur.

7 Nisan 2019 Pazar

Yabancı Dil Sorunumuz

Türk kasiyer Arap müşterisi ile İngilizce konuşarak anlaşmaya çalışıyordu. İkisi de yarım yamalak konuşuyordu. El hareketleriyle, parayı ve hesap makinesini göstererek bir şekilde anlaştılar. Alış verişi kavgayla gürültüyle tamamladılar. Arap müşteri gidince kasiyerle aramızda şöyle bir diyalog geçti;

▪️Niçin İngilizce konuşuyorsun ki?
▫️Hocam bunlar Arap, Türkçe bilmiyorlar. Bizim müşterilerimizin çoğu Arap, mecburen...
▪️Tamam işte, niçin Arapça değil de İngilizce konuşuyorsun?
▫️Adam Türkçe bilmiyor, ben de Arapça...
▪️Yani komşu komşusuyla konuşmak ve anlaşmak için 3 bin km uzaktaki adamın dilini bilmek zorunda, öyle mi?
▫️Aynen öyle. Çok haklısınız ama biz sadece İngilizce dersi gördük. İkinci dil olarak da Almanca.
▪️İyi ama ingilizcen de pek iyi değil.
▫️Okulda bir şey öğrenmedik ki. Üniversiteyi bitirince X kursuna gittim 2 ay. Ne öğrendiysem orada öğrendim.
▪️▪️▪️
Evet, bir yerlerde bir terslik olduğu muhakkak. Sahi bugün okula başlayan ve 18 yaşında liseden mezun olacak bir çocuğumuz toplam kaç saat İngilizce dersi görmüş olacak? Gelin birlikte hesaplayalım;

İlkokulda 216,
Ortaokulda 504,
Lisede 576,
Toplam 1296 saat...

Ve buna rağmen çocuklarımız İngilizce öğrenemeyip dil kurslarına gidiyor. Çünkü öğretemiyoruz. (Gerçi anadilimizi de öğretemiyoruz ya, neyse...)

Bu arada, niçin Çince değil de İngilizce? Niçin Rusça, Arapça, Japonca değil de İngilizce? Niçin?

Bu gün Rusya ve Çin ile yaptığımız ticari ilişkilerde Türkçe bilen Çinli, Türkçe bilen Rus yardımımıza koşuyor. Niçin Türkiye'de bu dilleri bilen  Türk yok veya çok az var?

Evet, İngilizce emperyal sistemin iletişim dili. Kabul ediyorum. Bizi kendine mecbur bırakıyor. Fakat komşularımızla ve ticaret hacmimizin yüksek olduğu milletlerle iletişim için İngilizceye ihtiyacımız yok. Bu milletlerin dillerini öğrenmemizin önünde bir engel de yok. Yeter ki bu vizyonu, iradeyi, farkındalığı ortaya koyalım.