İlkokulda öğretmenimizin matematiğe olan tutkusu, benim de öğretmenime olan sevgim, en sevdiğim dersin matematik olmasına sebep oldu. Ciddi ciddi severdim matematiği. Sorular bulmaca gibi zevk verirdi bana. O yıllarda 5.sınıfta girdiğim Devlet Parasız Yatılı sınavını dahi kazandım. Bildiğim kadarıyla okulumuzdan daha önce bu sınavı kazanan olmamıştı, ya da ben bilmiyordum.
Ortaokulda ise yarım saatini marketinin hesaplarıyla geçiren, kalan on dakikada ise alelacele ders anlatan Süleyman G. isimli bir matematik öğretmenim vardı.
Okulun ilk bir kaç haftası korku ve panik içerisinde bocalama ile geçti. Bir gün derse girdiğimde Süleyman Bey tahtaya eksiler ve artılarla dolu bir soru yazdı. Çözün bunu deyip hesap işlerine daldı. Çözemedim, arkadaşımdan baktım. Çünkü bir önceki dersin olduğu gün yemekhane nöbetçisiydim, derse girmemiştim. Dersin sonunda birini tahtaya kaldırıp çözdürdü. Hiç birşey anlamadım. O akşam dersten sonra Fatih'e sordum. -2 ile -2'nin çarpımı nasıl +4 olur, diye. Verdiği cevap tatmin etmedi. Sonraki derslerde hocaya da soramadım. Çünkü buna en küçük imkan verecek bir yaklaşımı yoktu.
Bir kaç hafta sonra aynı sahne yine tekerrür etti. Bu sefer tahtada a'lar ve b'ler vardı. Basit denklemler yani. Onu oraya atıp, bunu buraya getirip çözülüyordu. Yine anlamadım. Yine Fatih'e sordum. -4 karşıya geçince niçin +4 oluyor? Cevap yine tatmin etmiyordu . Kafamda deli sorular... Neyse 5. ve 6. sınıfta ilk yazılılarım 3, ikinciler 5'ti. Çünkü Fatih'le yazılı kağıtlarını değiştirdik hep. (Fatih şuan bir üniversitede matematik hocası) Hatta birinde ben uçlu kalemle bir kaç soruyu çözmüştüm kalanını Fatih normal kalemle çözmüştü. O yazılının açıklanacağı gün bir arkadaşımla sıra değiştirip yemekhane nöbetçisi olmuştum. İyi ki olmuşum, çünkü o ders hoca benim kağıdı baya sorgulamış sınıfta.
Liseyi İskenderun Ticaret Meslek Lisesin'nde okudum. İlk sene Mustafa Duyar adında harikulade bir matematik öğretmenim oldu. Denklemleri bana o sevdirdi. Anlamadığımız yeri usanmadan defalarca anlattı. Bir kez sinirlendiğine şahit olmadım. Tüm 9. sınıflara benim matematikte ne kadar iyi olduğumu anlattı hep. Bir sene sonra tayini çıktı, gitti. Yerine gelen Süleyman'ı aratmadı. Zaten meslek lisesi olduğu için üst sınıflarda matematik dersi de yok denecek kadar azaldı.
Lisede okul birincisi olduğum için alandışı olmasına rağmen sınıf öğretmenliği bölümünü kazandım. Orada da yine matematikle başım derde girdi. Fonksiyon grafikleriyle dolu tahtaya bakınca içimin karardığı bir gün hocama sordum; Hocam, lisedeki hocamız denklemleri anlatırken şöyle derdi. Üç kilo domates ile 2 kilo biber 17 lira, 5 kilo domatesle 2 kilo biber 17 lira ise ben buradan domates ve biberin fiyatlarını bulabiliyorum. Ama sizin anlattıklarınızın bende bir karşılığı yok. Bu fonksiyon dediğimiz şey nedir, ne işe yarar?
Derin bir sessizlik ve sınıfta atılan 3 tur sonunda arkadan gelip omuzuma iki defa hafifçe vurdu; oğlum git pazarda domates biber sat o zaman...
Geçme notu 50 olmasına rağmen o yıl matematikten finallerde de bütünlemelerde de kaldım. 2. sınıfta aynı dersi alttan yine aldım, yine kaldım. Okulu uzatmaya ramak kala bütünlemelerde 50 ile zor geçtim.
Eğitim sistemimizin kısa özeti budur. PİSA ve TİMSS, öğretmen nitelikleri, öğretim programları ve okulun gerçek hayattaki karşılığı bu açıdan değerlendirilmeli.
Matematiği anlamıyorum ama çok seviyorum, öğrencilerimin de sevmesi için çırpınıyorum. Tarih tekerrür etmesin...
30 Kasım 2017 Perşembe
Domates, Biber ve Matematik
Etiketler:
matematik eğitimi,
Matematik sevgisi,
öğrenci tutumu
27 Kasım 2017 Pazartesi
Onlar...
Onlar her yerdeler.
Hızla çoğalıyorlar.
Çok güçlüler.
Becerikli ve titizler.
Hata yapmıyorlar.
Hasta olmuyorlar.
Üşümüyorlar.
24 saat kesintisiz çalışıyorlar.
İş yerinden ayrılmıyorlar.
Mesai ücreti istemiyorlar.
Acıkmıyorlar.
Psikolojileri asla bozulmuyor.
Tatil yapmıyorlar.
Sigorta istemiyorlar.
Ücret almıyorlar.
Söylenmiyorlar.
Patronu çekiştirmiyorlar.
Tazminat istemiyorlar.
Onlar her yerdeler.
Onlar, robotlar… Çocuklarımızı işsiz bırakacaklar.
- Korkmayın, biz izin vermediğimiz sürece metal yığınından ibaretler diyeceğim ama diyemiyorum. Çünkü tüm üretim bileşenleri sistemlerini onların üzerine tesis ediyor. Ama önlem almak, yeni duruma uyum sağlamak elimizde.
Peki ne yapmalıyız?
Onların yapamadığı, sadece bizim yapabildiğimiz becerilere odaklanmalıyız. Mesela robotlar eleştirel düşünemezler, yaratıcılıkları yoktur, insiyatif alamazlar, çıkarımda bulunamazlar, liderlik yapamazlar.
Bizim bu becerilerimiz onlara hakim olup, onları kendi amaçlarımız doğrultusunda kullanmamıza yetecektir. Robotik, kodlama, maker hareketleri bir bakıma bu amaca hizmet eder.
Buraya kadar yazdıklarım buz dağının görünen kısmı. 3D yazıcılar, akıllı nesneler, yapay zeka, esnek madde, sanal gerçeklik, nükleer enerji, sanal market, bitcoin sanal para var daha…
Olmaz diye düşünme, oldu bile!
Etiketler:
21. yüzyıl becerileri,
3D yazıcılar,
kodlama,
Robotlar,
sanal para
29 Temmuz 2017 Cumartesi
Ülke Gündeminden Dünyaya Bakış-2
10 Temmuz 2015 tarihli "Ülke Gündeminden Dünyaya Bakış" isimli yazımın devamı niteliğindedir.
Bu ay Türkiye'de öne çıkan Gündem;
• Meclis başkanına 5 milyon liralık "Mercedes" marka makam aracı alınması
• Din dersi zorunlu olmalı/olmamalı
• Evrim konusu yeni müfredatta olmalı/olmamalı
• Milli takımdan ayrılan Fatih Terim'e 5 milyon Euro tazminat ödenmesi
• İmamların da resmi nikah kıyabilmesi
• Bodrum depreminden sonra yeniden gündeme gelen zina-deprem ve açık-kapalı tartışmaları
• İşid'in Türkiye Emiri Yunus Durmaz'ın eşi dahil 39 kişiye verilen tahliye kararları
• Merve Kavakçı'nın Kuala Lumpur Büyükelçiliğine atanması ve İsmail Ağa şeyhinin dizinin dibindeki fotoğrafı
• Caner ve Ebubekir'in ekranlardaki "deve sidiği şifadır" tartışması
• Mardin Devlet Hastanesi'nde içki üretilmesi ve sağlık görevlilerinin tutuklanması
• Yönetici mülakatlarından önce ortaya çıkan noter onaylı torpil listesinin doğrulanması
• Sakarya'da film çekimi için yapılan sahte türbenin ziyaretçi akınına uğraması
• Ağrı'daki Kur'an kursunda, 9 yaşındaki yetim erkek çocuğuna hocası tarafından tecavüz edilmesi...
Bu ayki dünya gündeminden;
• ABD'de Shoukhrat Mitalov tarafından ilk insan embriyosu düzenlendi. Tartışmalar kusursuz insan üretilmesi ve ari ırk tehlikesi ekseninde devam ediyor.
• Çin ve Hindistan'da 6 yaşındaki çocuklara kodlama öğretilmesi sağlık/teknoloji tartışmasını beraberinde getirdi.
• Tesla'nın Elektrikli otomobillerinin ekolojik bilançosu AB'de tartışma konusu oldu.
• Atmosfere giren dev meteorların oluşturduğu tehdit üzerine ABD ve Çin işbirliği yapma kararı aldı.
• WhatsApp'ın oluşturduğu günlük 55 milyar mesajlık veri havuzunun oluşturduğu kişisel güvenlik açıkları ve kişisel bilgilerin reklam sektörüne pazarlanması
• Mardin Boncuklu Tarla'da bulunan 12 bin yıllık yaşam izleri tartışılıyor.
Bunları umutsuzluk aşılamak için yazmadım. Aşağılık psikolojisine bürünmeniz için de yazmadım.
Kısır ve gereksiz tartışmaların bizleri ne kadar oyaladığını, enerjimizi nasıl tükettiğini ve bizi nasıl bir kafesin içerisine hapsettiğini görebilmeniz için yazdım.
Ben Türk Gençlerine inanıyor ve güveniyorum. Bu zihni kuşatmayı elbette yaracak, milli ve evrensel anlamda insanlığa "değer" katacak işlere imza atacaklardır.
Bu ay Türkiye'de öne çıkan Gündem;
• Meclis başkanına 5 milyon liralık "Mercedes" marka makam aracı alınması
• Din dersi zorunlu olmalı/olmamalı
• Evrim konusu yeni müfredatta olmalı/olmamalı
• Milli takımdan ayrılan Fatih Terim'e 5 milyon Euro tazminat ödenmesi
• İmamların da resmi nikah kıyabilmesi
• Bodrum depreminden sonra yeniden gündeme gelen zina-deprem ve açık-kapalı tartışmaları
• İşid'in Türkiye Emiri Yunus Durmaz'ın eşi dahil 39 kişiye verilen tahliye kararları
• Merve Kavakçı'nın Kuala Lumpur Büyükelçiliğine atanması ve İsmail Ağa şeyhinin dizinin dibindeki fotoğrafı
• Caner ve Ebubekir'in ekranlardaki "deve sidiği şifadır" tartışması
• Mardin Devlet Hastanesi'nde içki üretilmesi ve sağlık görevlilerinin tutuklanması
• Yönetici mülakatlarından önce ortaya çıkan noter onaylı torpil listesinin doğrulanması
• Sakarya'da film çekimi için yapılan sahte türbenin ziyaretçi akınına uğraması
• Ağrı'daki Kur'an kursunda, 9 yaşındaki yetim erkek çocuğuna hocası tarafından tecavüz edilmesi...
Bu ayki dünya gündeminden;
• ABD'de Shoukhrat Mitalov tarafından ilk insan embriyosu düzenlendi. Tartışmalar kusursuz insan üretilmesi ve ari ırk tehlikesi ekseninde devam ediyor.
• Çin ve Hindistan'da 6 yaşındaki çocuklara kodlama öğretilmesi sağlık/teknoloji tartışmasını beraberinde getirdi.
• Tesla'nın Elektrikli otomobillerinin ekolojik bilançosu AB'de tartışma konusu oldu.
• Atmosfere giren dev meteorların oluşturduğu tehdit üzerine ABD ve Çin işbirliği yapma kararı aldı.
• WhatsApp'ın oluşturduğu günlük 55 milyar mesajlık veri havuzunun oluşturduğu kişisel güvenlik açıkları ve kişisel bilgilerin reklam sektörüne pazarlanması
• Mardin Boncuklu Tarla'da bulunan 12 bin yıllık yaşam izleri tartışılıyor.
Bunları umutsuzluk aşılamak için yazmadım. Aşağılık psikolojisine bürünmeniz için de yazmadım.
Kısır ve gereksiz tartışmaların bizleri ne kadar oyaladığını, enerjimizi nasıl tükettiğini ve bizi nasıl bir kafesin içerisine hapsettiğini görebilmeniz için yazdım.
Ben Türk Gençlerine inanıyor ve güveniyorum. Bu zihni kuşatmayı elbette yaracak, milli ve evrensel anlamda insanlığa "değer" katacak işlere imza atacaklardır.
22 Nisan 2017 Cumartesi
Çocuk demek, gelecek demektir.
Bir ülkenin yarınlarını çocukları ve gençleri tayin eder. Çocuk demek, gelecek demektir. Yeni bir ruh, yeni bir anlayış, yeni bir nesil demektir. Bu yüzden çocuğun mutlu bir ailede yetişmesi, iyi bir okul öncesi eğitim alması, bilim ve sanatla beslenmesi çok önemlidir.
17 milyonu okul çağında olmak üzere 23 milyon çocuğumuz var. Bu müthiş bir rakam. Ne mutlu bizlere ki her dem yeniden doğuyoruz.
Peki devlet olarak çocuklarımıza dair bir gelecek tasavvurumuz var mı? 23 Nisanlarda makam koltuklarına oturtmak, resmi törenlerde müzikli gösteriler yaptırmak, tablet hediye etmek, TEOG başarısı için kurs açmak, dolmuşlarda %30 indirim yapmak dışında...
Peki anne-baba olarak çocuklarımız hayatımızın neresinde? Ağlayınca eline tablet verip sıkılınca reklamsız TRT ÇOCUK mu seyrettiriyoruz? Ya da AVM’lerdeki playparklara mı götürüyoruz?
Yukarıdaki gibi hepimizin bildiği, cevabı kolay, itirafı zor, bahanesi hazır sorularla meşgul etmeyelim kendimizi. Biraz verilerle devam edelim.
TÜİK’in aile yapısı araştırması, 2016 sonuçlarına göre; anne ve babaların çocuklarına verdikleri ceza nedenleri incelendiğinde, en fazla ceza nedeninin %65,9 ile çocuğun eğitimini ihmal etmesi olduğu görüldü. Bunu sırasıyla, %46 ile çocuğun İnternette/bilgisayarda çok fazla oyun oynaması ve %33,3 ile kendi bakımını yapmaması ve odasını toplama gibi görevlerini yerine getirmemesi konuları izledi.
Bu araştırmadan çıkarılacak en kestirme sonuç şudur; çocuklar ders çalışmayı/okulu sevmiyor, çoğu bilgisayar/oyun bağımlısı ve temel yaşam becerilerini yerine getirmekte zorlanıyorlar.
Bir başka araştırma ise PİSA tarafından 28 OECD ülkesinde yapılan “öğrencilerin hayatlarından memnun olma düzeyini ölçen” araştırma. Türkiye bu ankette maalesef sonuncu sırada. Buna göre, çocuklarımız mutsuz, kaygılı ve okula aidiyet hisleri zayıf.
Ülkemizde eğitim adına oluşan olumsuz atmosfer, velisinden öğrencisine, yöneticisinden öğretmenine her kesimi sarmış durumda. Önce bu atmosferi değiştirmeliyiz. Yoksa böyle bir ortamda çağın ihtiyaç duyduğu eleştirel düşünme, bilişsel esneklik, tasarım, yaratıcılık, uyum gibi becerileri kazandırmak çok zor.
Unutmayın;
Bir ülkenin yarınlarını çocukları ve gençleri tayin eder. Çocuk demek, gelecek demektir. Yeni bir ruh, yeni bir anlayış, yeni bir nesil demektir. Bu yüzden çocuğun mutlu bir ailede yetişmesi, iyi bir okul öncesi eğitim alması, bilim ve sanatla beslenmesi çok önemlidir.
20 Şubat 2017 Pazartesi
İnek Şaban ve Recep İvedik Sosyolojisi
"O, sizden biri. İçinizden biri. Halk çocuğu. Senden farksız, sen de ondan farksızsın." mesajı vardı çoğu filminde.
Ezilmişlerin, horlanmışların, örselenmişlerin beyaz ekranda vücut bulmuş haliydi belki... Patrona, ağaya, zengine, kendini beğenmişe her seferinde ağzının payını verirdi. Ama bunun için ona lazım olan tek şey vardı; ŞANS! Evet şans...
Sevdiği kızı alması, mahallenin kabadayısını dövmesi, ünlü olması, annesine ev alması yani herşey şansa bağlıydı. Asla bu filmlerde EMEK, ÇALIŞMA, ÇABA, ÖZVERİ gibi değerleri göremezsiniz. Hep bir köşeyi dönme, kısa yoldan iş bitirme vardır. Eğer bir şeyler yolunda değilse suçlu ya talih, ya kader, ya felek, ya başka bir şeydi... Tepeden tırnağa miskinlik, teslimiyet ve tembellik dolu.
İşte belkide bu yüzden biz bu filmlerde toplum olarak kendimizi bulduk. O yüzden çok benimsedik, çok güldük. Şimdi Recep İvedik aynı yolda... Burnuyla flüt çalıyor, gülüyoruz. Sokak ortasında hayalarını kaşıyor, kahkahalar atıyoruz. Yelleniyor, yerlere yatıyoruz. Her filmi sinemada en az 5 milyon kişi tarafından seyrediliyor. Sinemaların tüm salonları bu filmlere tahsisli.
Kimsenin keyfini kaçırmak değil maksadım. Sadece bir uyarı ve öngörü... Çok değil, 10 sene sonra Şahan Gökbakar bu iğrençliklerinden kendisi tiksinecek. Diğerleri gibi...
Mesela; Kemal Sunal, Kadir İnanır, Tarık Akan gibi aktörlerin son zamanlarındaki filmlerini seyredin. Hepsi toplumsal ve insani konulara dikkat çeken yapımlar. Sanatçı, toplumun bir adım önünde olmalı dediğimiz tam da budur.
Bir eğitimci olarak böylesi yapımlardan duyduğum rahatsızlığın sözcüklerle ifadesi mümkün değil. Aksini düşünenlere önerim; Çocuğunuzla bu filmleri oturup seyredin, bana hak vereceksiniz. Daha iki ay önce yaptığım ankette örnek aldığım kişilere Recep İvedik yazan çocuklar vardı. Durum bu kadar vahim.
Gülmek yasak mı? Değil kardeşim... Ama memleket olarak olağanüstü bir hal yaşıyoruz. Darbeler, kumpaslar, ihraçlar, anayasa değişikliği, referandum, eğitim sistemi değişikliği gibi...
Bu ucuz yapımların reklamını yapıp ne onları teşvik edin, ne toplum ahlakını tahrip edin. Özellikle de çocuklarınıza yazık etmeyin...
Ezilmişlerin, horlanmışların, örselenmişlerin beyaz ekranda vücut bulmuş haliydi belki... Patrona, ağaya, zengine, kendini beğenmişe her seferinde ağzının payını verirdi. Ama bunun için ona lazım olan tek şey vardı; ŞANS! Evet şans...
Sevdiği kızı alması, mahallenin kabadayısını dövmesi, ünlü olması, annesine ev alması yani herşey şansa bağlıydı. Asla bu filmlerde EMEK, ÇALIŞMA, ÇABA, ÖZVERİ gibi değerleri göremezsiniz. Hep bir köşeyi dönme, kısa yoldan iş bitirme vardır. Eğer bir şeyler yolunda değilse suçlu ya talih, ya kader, ya felek, ya başka bir şeydi... Tepeden tırnağa miskinlik, teslimiyet ve tembellik dolu.
İşte belkide bu yüzden biz bu filmlerde toplum olarak kendimizi bulduk. O yüzden çok benimsedik, çok güldük. Şimdi Recep İvedik aynı yolda... Burnuyla flüt çalıyor, gülüyoruz. Sokak ortasında hayalarını kaşıyor, kahkahalar atıyoruz. Yelleniyor, yerlere yatıyoruz. Her filmi sinemada en az 5 milyon kişi tarafından seyrediliyor. Sinemaların tüm salonları bu filmlere tahsisli.
Kimsenin keyfini kaçırmak değil maksadım. Sadece bir uyarı ve öngörü... Çok değil, 10 sene sonra Şahan Gökbakar bu iğrençliklerinden kendisi tiksinecek. Diğerleri gibi...
Mesela; Kemal Sunal, Kadir İnanır, Tarık Akan gibi aktörlerin son zamanlarındaki filmlerini seyredin. Hepsi toplumsal ve insani konulara dikkat çeken yapımlar. Sanatçı, toplumun bir adım önünde olmalı dediğimiz tam da budur.
Bir eğitimci olarak böylesi yapımlardan duyduğum rahatsızlığın sözcüklerle ifadesi mümkün değil. Aksini düşünenlere önerim; Çocuğunuzla bu filmleri oturup seyredin, bana hak vereceksiniz. Daha iki ay önce yaptığım ankette örnek aldığım kişilere Recep İvedik yazan çocuklar vardı. Durum bu kadar vahim.
Gülmek yasak mı? Değil kardeşim... Ama memleket olarak olağanüstü bir hal yaşıyoruz. Darbeler, kumpaslar, ihraçlar, anayasa değişikliği, referandum, eğitim sistemi değişikliği gibi...
Bu ucuz yapımların reklamını yapıp ne onları teşvik edin, ne toplum ahlakını tahrip edin. Özellikle de çocuklarınıza yazık etmeyin...
Etiketler:
İnek Şaban,
niçin izlemiyorum,
Recep İvedik
19 Şubat 2017 Pazar
Çocuk Nasıl Sevilmez?
Başındaki tacı ile zıplayıp duran küçük kıza yaklaşan yaşlı adam "Kraliçe mi oldun sen? diye tok bir sesle sordu. Kız çocuğu zıplamayı kesti. Kaşlarını çattı. Yaşlı adam çocuğun anlamadığını düşünerek "Kraliçe mi oldun sen?" diye tekrar etti. Çocuk daha da hiddetlendi. Yaşlı adama dönerek "Bu prenses tacı, ben de küçük bir prenses oldum." dedi.
Küçük kız en sevdiği elbisesini giymişti. Çünkü bu gün ilk karnesini alacaktı. Babasıyla sınıf kapısında beklerken yanlarına bir teyze yaklaştı. Küçük kızın elbisesinden tutarak "Elbisen yırtılsın kız" dedi. Çocuk dikkatli gözlerle teyzeyi süzüyordu. Teyze, kızın şaşkınlığını ve tepkisiz kalmasını çok sevmiş olacakki "Elbisen yırtılsın elbisen!" diye bir kaç kez yineledi sözlerini. Kız hemen babasının arkasına gizlenerek endişe içerisinde bir babasına bir teyzeye bakıp " Asıl senin elbisen yırtılsın!" dedi.
Çoğu anne baba benzeri durumlarla karşı karşıya kalmıştır. Çocuk ruhundan anlamayan, radyasyon yayar gibi korku, endişe ve olumsuzluk yayan büyüklerin sayısı azımsanmayacak derecede fazla. Sanki her köşe başında onlar var.
Eskiden mahallemizin tonton dedeleri, hanım teyzeleri vardı. Sokakta oynayan çocukların susayınca zillerine bastığı, topunu veya bisikletinin tekerini şişirttiği... Çocuklara şakalar yapan, hediyeler veren, çocukla çocuk olan...
Zaman o güzel insanları çok uzaklara götürdü sanki. Şimdi kaldık ruhsuz dedelere, asabi teyzelere. Çocuk sesine tahammülü olmayan, çocuğun dilinden anlamayan, onların hislerine temas etmeyen, diz kırıp gözlerinin içine bakmayan, hep uzaktan seven, çöpsüz üzümcü büyüklere...
Oysa çocukların dünyası büyüklerin karmaşık ve karamsar dünyasını renklendirecek kadar cıvıltılı. Onların kapısının anahtarı; biraz ilgi, biraz sevgi, biraz farkındalık, biraz tahammül...
Küçük kız en sevdiği elbisesini giymişti. Çünkü bu gün ilk karnesini alacaktı. Babasıyla sınıf kapısında beklerken yanlarına bir teyze yaklaştı. Küçük kızın elbisesinden tutarak "Elbisen yırtılsın kız" dedi. Çocuk dikkatli gözlerle teyzeyi süzüyordu. Teyze, kızın şaşkınlığını ve tepkisiz kalmasını çok sevmiş olacakki "Elbisen yırtılsın elbisen!" diye bir kaç kez yineledi sözlerini. Kız hemen babasının arkasına gizlenerek endişe içerisinde bir babasına bir teyzeye bakıp " Asıl senin elbisen yırtılsın!" dedi.
Çoğu anne baba benzeri durumlarla karşı karşıya kalmıştır. Çocuk ruhundan anlamayan, radyasyon yayar gibi korku, endişe ve olumsuzluk yayan büyüklerin sayısı azımsanmayacak derecede fazla. Sanki her köşe başında onlar var.
Eskiden mahallemizin tonton dedeleri, hanım teyzeleri vardı. Sokakta oynayan çocukların susayınca zillerine bastığı, topunu veya bisikletinin tekerini şişirttiği... Çocuklara şakalar yapan, hediyeler veren, çocukla çocuk olan...
Zaman o güzel insanları çok uzaklara götürdü sanki. Şimdi kaldık ruhsuz dedelere, asabi teyzelere. Çocuk sesine tahammülü olmayan, çocuğun dilinden anlamayan, onların hislerine temas etmeyen, diz kırıp gözlerinin içine bakmayan, hep uzaktan seven, çöpsüz üzümcü büyüklere...
Oysa çocukların dünyası büyüklerin karmaşık ve karamsar dünyasını renklendirecek kadar cıvıltılı. Onların kapısının anahtarı; biraz ilgi, biraz sevgi, biraz farkındalık, biraz tahammül...
Etiketler:
çekingenlik,
Çocuk sevmek,
çocuklara doğru yaklaşım
Bakış açını değiştir, dünyan değişsin
Yukarıdaki haritayı inceleyiniz.
Bir anormallik farkettiniz mi? Haritaya bir kaç dakika daha bakın. Dünya ters dönmüş öyle mi?
Hayır, dünya aynı dünya...
Avustralya'da bu harita kullanılıyor. O yüzden merkezde Avustralya var. Bizim haritalarda ise Avrupa var. Çünkü modern haritalandırmayı Avrupalılar yaptı. Yani sözün sahibi kim ise, ad koyma yetkisi de ondadır.
Şimdi düşüncelerinizi bir kez daha gözden geçirin. Karşıt düşüncenin doğru olabileceğine ihtimal vermiyordunuz ya, peki ya doğruysa.
Bunu kabullenmeye hazırlıklı mısın?
Bakış açını değiştir, dünyan değişsin.
Güzel slogan;)
Bir anormallik farkettiniz mi? Haritaya bir kaç dakika daha bakın. Dünya ters dönmüş öyle mi?
Hayır, dünya aynı dünya...
Avustralya'da bu harita kullanılıyor. O yüzden merkezde Avustralya var. Bizim haritalarda ise Avrupa var. Çünkü modern haritalandırmayı Avrupalılar yaptı. Yani sözün sahibi kim ise, ad koyma yetkisi de ondadır.
Şimdi düşüncelerinizi bir kez daha gözden geçirin. Karşıt düşüncenin doğru olabileceğine ihtimal vermiyordunuz ya, peki ya doğruysa.
Bunu kabullenmeye hazırlıklı mısın?
Bakış açını değiştir, dünyan değişsin.
Güzel slogan;)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)