Başındaki tacı ile zıplayıp duran küçük kıza yaklaşan yaşlı adam "Kraliçe mi oldun sen? diye tok bir sesle sordu. Kız çocuğu zıplamayı kesti. Kaşlarını çattı. Yaşlı adam çocuğun anlamadığını düşünerek "Kraliçe mi oldun sen?" diye tekrar etti. Çocuk daha da hiddetlendi. Yaşlı adama dönerek "Bu prenses tacı, ben de küçük bir prenses oldum." dedi.
Küçük kız en sevdiği elbisesini giymişti. Çünkü bu gün ilk karnesini alacaktı. Babasıyla sınıf kapısında beklerken yanlarına bir teyze yaklaştı. Küçük kızın elbisesinden tutarak "Elbisen yırtılsın kız" dedi. Çocuk dikkatli gözlerle teyzeyi süzüyordu. Teyze, kızın şaşkınlığını ve tepkisiz kalmasını çok sevmiş olacakki "Elbisen yırtılsın elbisen!" diye bir kaç kez yineledi sözlerini. Kız hemen babasının arkasına gizlenerek endişe içerisinde bir babasına bir teyzeye bakıp " Asıl senin elbisen yırtılsın!" dedi.
Çoğu anne baba benzeri durumlarla karşı karşıya kalmıştır. Çocuk ruhundan anlamayan, radyasyon yayar gibi korku, endişe ve olumsuzluk yayan büyüklerin sayısı azımsanmayacak derecede fazla. Sanki her köşe başında onlar var.
Eskiden mahallemizin tonton dedeleri, hanım teyzeleri vardı. Sokakta oynayan çocukların susayınca zillerine bastığı, topunu veya bisikletinin tekerini şişirttiği... Çocuklara şakalar yapan, hediyeler veren, çocukla çocuk olan...
Zaman o güzel insanları çok uzaklara götürdü sanki. Şimdi kaldık ruhsuz dedelere, asabi teyzelere. Çocuk sesine tahammülü olmayan, çocuğun dilinden anlamayan, onların hislerine temas etmeyen, diz kırıp gözlerinin içine bakmayan, hep uzaktan seven, çöpsüz üzümcü büyüklere...
Oysa çocukların dünyası büyüklerin karmaşık ve karamsar dünyasını renklendirecek kadar cıvıltılı. Onların kapısının anahtarı; biraz ilgi, biraz sevgi, biraz farkındalık, biraz tahammül...