yeni nesil okul etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
yeni nesil okul etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Temmuz 2015 Pazartesi

Çocuk Okuldan Niye Sıkılır?

Hiçbir sağlık sorunu olmadığı halde okul saati geldiğinde mızmız eden, karın ağrısı çeken ve hatta kusan çocukların okul korkusundan dolayı böyle davrandığı bir gerçektir.
Okul korkusu en fazla ana sınıfı ve birinci sınıfta görülmesine rağmen, "okuldan sıkılma" hissi ilkokuldan yüksek öğrenime kadar her aşamada görülebilmektedir. Bu iki problemin altında yatan nedenler, yaş grubuna ve okul ortamına göre dikkatli bir şekilde araştırılmalıdır. Çözümler ise her çocuğun problemine özel olmalıdır.
Bu yazımızda okul korkusundan ziyade "okuldan sıkılma" üzerinde duracağız.
Bir çocuk okuldan niye sıkılır? sorusunu kendi öğrencilik hayatımızdan edindiğimiz tecrübelerle yanıtlamaya çalışalım.


1-Okulun gerçek hayatta bir karşılığının olmadığını düşünüp, öğrenilenlerin anlamsız geldiğini hissettiğimiz için sıkılırız.

2-Evde bir dediğimizi iki etmeyen ailemizin üzerimize inşa ettiği krallığın, okulda bir öneminin olmadığını, aslında herkesle aynı olduğumuz gerçeğinin farkına vardığımız için sıkılırız.

3- Başarmanın tadından çok, başarısızlığın incinmişliğini tattığımız ve hayatımızın geri kalanının da böyle devam edeceği endişesine sürüklendiğimiz için sıkılırız.

4-Ailemizden uzakta, bizim için yabancı olan bir ortamda, yardıma ihtiyacımız olduğunda, ailemizin imdadımıza yetişemeyeceği, okuldaki kavgacı çocukların ve sert öğretmenlerin bize zarar vereceği korkusuyla, kendimizi güvende hissetmediğimiz için sıkılırız.

5- Arkadaşlarımız tarafından dışlanıp,  hor görüldüğümüz için, faaliyetlere dahil edilmeden her şeyi uzaktan seyretme ezikliğini yasadığımız için sıkılırız.

6- Öğretmenimizin sayfalarca verdiği ama kontrol etmediği, bitmek tükenmek bilmeyen ödevlerden dolayı sıkılırız.

7-Evimizin küçük prensi-prensesi olarak üzerimizde hiç bir sorumluluk yokken, okulda yüklenen sorumluluklar ağır geldiği için sıkılırız.

8- Çevremizdeki her şey hızla değişirken, derslerin, öğretmenlerin, idarecilerin ve okulun hiç değişmemesi ve tekdüze bir okul hayatı dayatıldığı için sıkılırız.

9- Dışarıda gürül gürül akan hareketli bir dünyaya rağmen, oynama, koşma, konuşma, önüne dön, kıpırdama gibi komutlarla şekillenen hareketsiz bir atmosferde daraldığımız için sıkılırız.

Sebepleri daha fazla çeşitlendirmek mümkün. Sorunu iyi tanımlamak, çözümü de isabetli kılar. Bu noktada aile, öğretmen ve okul yönetimi sürece fiilen katılarak işbirliği yapmalıdır. Genel anlamda şu yaklaşımlar bu tutumun değişmesine etki edebilecektir.

1- Çocuklara evde verilen küçük sorumluluklar, okula, öğretmene ve eğitime karşı oluşturulan olumlu hava ve güven hissi, arkadaşlarıyla geçireceği güzel vakitlere ilişkin cezbedici konuşmalar, ailenin katkı sunabileceği hususlardır.

2- Öğretmenin sınıftaki adil ve eşit yaklaşımı, sevecen ve hoşgörülü tavrı, mizahi yeteneği, zenginleştirilmiş öğrenme ortamı oluşturma gayreti, iş birliğine izin verme ve diyalogları iyi yönetme becerisi, başarıyı tattırma ve güdüleme azmi, kontrol edebileceği ve amaca hizmet eden etkili görevler verebilme alışkanlığı ve aile ile kuracağı güçlü iletişim çözümün en önemli ayağıdır.

3- Okulda demokratik ve güvenli bir ortamın sağlanması, oyun alanlarının artırılması, sosyal ve kültürel oluşumlara zemin hazırlanması, çocukların ve ailelerin okul  yönetimine katılması, her çocuğa özel olduğunu hissettirecek bireysel yaklaşım ve değerli kılma politikaları okul yönetiminin üzerinde çalışması gereken hususlardır.

Okul, tüm bileşenleriyle dört duvarın ötesine geçebildiği ölçüde var olacaktır. Bahçe kapısında biten okul öğrencisine ve sosyal çevresine hiç bir şey veremez. Okul, kurum kültürü ve sürdürülebilir eğitim çıktılarıyla öğrencilerine aidiyet, çevresine sosyal sorumluluk ve sahiplenme hissi vermelidir.  

Çocuklarımızın severek, arzulayarak öğrenime katılmalarının sağlanması için bu hususlarda kişisel ve kurumsal yenilenmeye daha fazla önem vermeliyiz.

12 Temmuz 2015 Pazar

Tatilde Öğrenme Kaybı Üzerine

Okulların kapanması ile birlikte tatile giren çocuklarda yaşanan öğrenme kaybı ciddi boyutlara ulaşabiliyor.


Araştırmalara göre, çocukların yıl boyunca ogrendiklerinde, tatil nedeniyle ortalama  yuzde 10 kayip yaşanmaktadır. Bu kayıp sosyo-ekonomik düzeyi düşük olan ailelerin çocuklarında daha da yükselmektedir. Özellikle bu ailelerin çocukları orgun eğitim döneminde hemen hemen diğer çocuklarla eşit şartlarda egitime devam ederken, tatilde öğrenme surdurulmedigi için geri kalmaktadırlar. Dolayısıyla bu çocuklar bir sonraki yıla arkadaslarina oranla büyük bir kayıpla başlamaktadır.


Bu konudan muzdarip olan ABD'de son uç yılda ciddi çalışmalar yapılmaktadır. Barack OBAMA tarafından verilen kanun teklifi bu konunun önemini gözler önüne sermektedir. Teklif ile  tatillerdeki öğrenme kaybını en aza indirgemek için dezavantajlı çocuklara burs verilmesi, yerel yönetimlere fon ayrılması, okullarda kurslar açılması da dahil bir çok çalışma yapılması planlanıyor.


En fazla ilkokul yıllarında yaşanan bu kayıp, çocukların tatilde hiç bir şey yapmaması, okula ara vermeyi öğrenmeye ara verme olarak algılayan velilerin umursamaz tutumu ve öğretmenlerin çocuklar ve aileler üzerinde yeterli yönlendirmeyi yapamamasından kaynaklanmaktadır.


3 ay gibi uzun bir yaz tatilimiz olduğu gerçeğinden hareketle bu konuyu hassasiyetle ele almalıyız.


Okulun son haftalarında öğretmenlerimizin  velilerle yapacağı toplantılar kaybın önlenmesinde etkili olacaktır. Çünkü bu durum öncelikle velilerin sorumluluğu altında gelişmektedir.


Çocukların tatilde okuyacakları kitaplara, abone olabilecekleri dergilere, araştırma yapabilecekleri alanlara, proje yapabilecekleri ilginç konulara ilişkin, öğretmeni tarafından hazırlanacak broşürler teşvik edici olacaktır.


Okul tarafından açılabilecek sanatsal ve sportif kurslar, yerel yönetimlerin organize edeceği zeka oyunları etkinlikleri, doğa yürüyüşleri, çocuk oyunları müsabakaları sosyal ve duygusal etkileşim yaratacağı için faydalı olacaktır.


Aileler, çocukların günlük tutmalarına, anılarını yazmalarına, bağ-bahçe işlerinde sorumluluk almalarına önayak olmalıdır. Ailedeki herhangi birinin cep telefonuyla belgesel çekme, mutfakta yapılan yemeğe ve servise yardım etme de yaparak yaşayarak öğrenmeye zemin hazırlar.


Vaktinin büyük bir kısmını tablet, telefon veya bilgisayar başında oyun oynamaya ayıran çocuklara kodlama öğretilerek, kendi kodlarını yazmaları sağlanabilir. Kod yazımıyla ilgili 5 yaş üstü tüm çocuklara yönelik onlarca ücretsiz internet sitesi var. Bu internet sitelerine girildiğinde, çocuklar kendi kendilerine zaten bir kaç dokunuşla öğreneceklerdir.

Son olarak, yıl boyunca öğrendiği konuları kapsayan, bir sonraki yılın konularına dikkat çeken, bol eğlenceli, bol bulmacalı etkinlik kitapları da öğrenme kaybını önleyip, yeni öğrenmelere yelken açtırabilir.

8 Temmuz 2015 Çarşamba

İnovasyon ve Eğitim

İnovasyon (TDK; Yenilesim) var olan bir ürünü geliştirerek veya var olandan bağımsız olarak ortaya konulan yaratıcı fikirlerin ürüne dönüştürülerek kullanımı için yayılması ve ticari fayda sağlaması işidir. İnovasyon, yeniliğe açık ve üst düzey problem çözme becerilerinden beslenen bir kavramdır.

Örneğin, klasik kanepe üreten bir mobilyacının terletmeyen, leke tutmayan, çıkarılıp yıkanabilen bir kılıfa sahip farklı formda daha kullanışlı bir kanepe tasarlayıp, üretmesi ve satması inovasyon kabul edilebilir.

İnovasyon, üretim ve pazarlama için son derece önemlidir. Rakiplerinden bir adım önde olan üreticiler, tercih sebebi olması dolasıyla pazardaki payını artırmakta, kendisine yeni alan açmakta, AR-GE (Araştırma-Geliştirme) faaliyetlerini geliştirmekte, yeni ürünler ortaya koymakta, istihdam yaratmakta ve ülke ekonomisine daha fazla girdi oluşturmaktadır.

21.yüzyıl her platformda inovasyon rekabetine sahne olmaktadır. Bu rekabette ipi göğüsleyenler eğitimde yaratıcı düşünceye, ileri düzeyde problem çözme becerilerine sahip çocuklar yetiştirmeye yatırım yapan ülkeler olmuştur.

Teknolojiden tarıma, sanayiden hayvancılığa, turizmden balıkçılığa kadar ekonominin her alanında inovasyonun devasa etkilerini görmekteyiz.

Hepimizin bir köşesinden okuduğu veya seyrettiği Harry Potter kitabının oluşturduğu ekonominin cirosu İş bankası ve Sabancı Holding’in toplamından daha fazladır. 

7 yıl önce Jack DORSEY tarafından kurulan Twitter’ın değeri de Koç Holding’in 3, THY’nin 9 katı kadardır.

53 kişinin çalıştığı ve sadece 5 yıllık bir şirket olan WhatsAPP’ın değeri ise 19 milyar dolar.

9 yaşında kodlamaya başlayan Mark Zuckerberg’in kurduğu Facebook’undeğeri de 200 milyar doları aşmış durumda.

APPLE’nin kurucusu Steve JOBS, Microsoft’un sahibi Bill GATES’in ülkelerine sağladığı katma değer ekonomisini sanırım söylemeye gerek yok.

Sanayi devriminden sonra, bilgiye erişimin kolaylaşması ile bilgi toplumuna geçen dünya, bilginin transfer edilmesi ve yeniden yorumlanması ile de bu sürece tamamlayarak inovasyon çağına geçmiş durumdadır.

Biz, ülke olarak sanayi devrimini tamamlamadan bilgi çağına geçtiğimiz için inovasyon –şimdilik- bize uzak görünüyor. 

Sanayi alanında, ileri teknoloji ihracımızın milli gelir içindeki payı %0,26 (2.1 milyar dolar) Güney Kore’nin ise 130 milyar dolar…

Iphone 6'da, 20'nin üzerinde ülkeye yayılmış 777 fabrikada üretilen 1300 parça var. Ama Türkiye bu hesapta yok.

Tarımda ise çok insanla, çok çalışıyoruz ama az üretiyoruz. 5.6 milyon çifçimizle yaptığımız üretimi Avustralya 664 bin çiftçisiyle yapıyor. 

Yurtdışından saman, canlı hayvan, tohum, gübre ithal ediyoruz. Oysa küçük inovaktif dokunuşlarla kendimize yetmek, üretimimizi artırıp zirveye tırmanmak hiç de zor değil.

Dünya fındık üretiminin %85’ini karşılamamıza rağmen markalaşmış bir ürün yaratamadığımız için yıllık fındık gelirimiz 2.3 milyar doları geçemiyor. Oysa bizim fındığımızı alıp markalaştıran Michele Ferrero, dünya genelinde piyasaya sürdüğü Nutella markası ile 11 milyar dolar kazanabiliyor.

Bu ülkede tam 20 milyon üretime katılabilecek, ekonomiye katma değer sağlayacak, yaratıcı fikirleriyle yeni bir gelecek inşa edecek gencimiz var. Avrupa’nın 15 ülkesindeki genç nüfusun toplamı bile bu kadar etmiyor.

Ziya SELÇUK hocamızın da dediği gibi “19.yy binalarında 20.yy programlarıyla21.yy çocuklarını eğitmeye çalışıyoruz. Teknolojik olmayan sorunlarımızı teknoloji ile çözmeye çalışıyoruz.”

Bir tekstilci, sanayici, marangoz yaptığı yanlış işi “pardon” diyerek telafi edebilir, ne yazık ki eğitimde pardon yoktur. Eğitim, uzun bir sürece yayılan ihtisas işidir. Günü birlik oluşturulan politikalar bu ülkeye her zaman zarar vermiş, bedel ödetmiştir. Artık eğitimi politik hegemonyadan, mevsimsel çıkar ve ideolojik saplantılardan kurtararak kendi iklimine çekmeliyiz.

Toplumda oluşturulan “bir baltaya sap olamama” deyimi ile sap yerine konulan gençlerimizi inovasyona yöneltmeli “icat çıkarma” dediğimiz girişimci kişilikleri de icat çıkarması için şevklendirmeliyiz.

Microsoft'u bırakıp ABD'den Türkiye'ye gelen ve dünyanın ilk sosyal medya platformu olan Ekşi Sözlük’ün kurucusu Sedat Kapanoğlu'na sitedeki paylaşımlar yüzünden 10 ay hapis cezası vererek yaratıcı becerisi tartışmasız bir girişimciyi cezalandırmak, ülkeyi terk etmesine zorlamak da “icat çıkarma!” ikazının bir sonucudur.

4 tane girişimci ruhlu Türk genci tarafından 2000 yılında 40 metrekarelik bir odada kurulan ve 589 milyon dolara satılan Yemek Sepeti ise gençlerimizin yapabileceklerinin takdire şayan bir başka ispatı olsa gerek.


İnovatif düşüncenin temeli özgür düşünce, yaratıcılık ve üst düzey problem çözme becerileridir. Güney Kore’de %28 olan bu beceri Türkiye’de 2.2’dir.

İngiltere, ABD ve bir çok Avrupa ülkesinde 5 yaşından itibaren çocuklara kodlama dersi veriliyor. Farklı disiplinlerin bir araya geldiği, yeni ve yaratıcı düşüncelerin projeye dönüştüğü maker stüdyolarda girişimcilik destekleniyor. AR-GE’ye ciddi bütçeler ayrılıyor. Çalışanların mesleki ve kişisel gelişimlerine destek veriliyor. 

Mesela, ABD’de üniversiteler 7 yılda bir akademisyenlere 1 yıl izin verirler. Kendilerini yenilemeleri için.

Finlandiya, Japonya, Kanada, Güney Kore gibi PİSA sonuçlarına göre üst düzey problem çözme becerileri yüksek olan öğrencilerin olduğu ülkelerin inovasyona dayalı bilgi ekonomilerinin oluşturduğu evrensel markalar ortada.

Biz de Türkiye olarak bu süreçte yerimizi almalıyız. Siyasetin müdahil olmadığı, ortak bir ulusal eğitim programı hazırlayıp (TED’in hazırladığı UEP gibi) yeni nesil okullarla duvarları yıkıp “okul” kavramına işlerlik kazandırmalıyız. 

Örgün eğitimde okuyan çocuklarımızın %65’inin henüz icat edilmemiş meslekleri icra edeceğini düşünürsek, mesleki teknik okullarımızı çeşitlendirerek, sadece bir meslek öğrenmeye yönelik okullar olmaktan çıkarıp, 21. Yüzyıl becerilerinin kazandırıldığı, üretime katılan, açık okullar haline getirmeliyiz.

Okul öncesinden başlayarak çocuklarımıza haftada en az 2 saat kodlama okuryazarlığı ve girişimcilik dersi konmalıdır.

Maker stüdyolarla yaratıcılık ve proje yapma arzusu desteklenmeli ve bu merkezlerin sayıları artırılmalıdır.

İnovasyona yönelik atılan bu adımların yanında AR-GE harcamaları da artırılarak (OECD ülkelerinde sondan 4’teyiz.) girişimci gençlere kendini ifade etme mecraları oluşturulmalıdır.

İbni Sina’nın da dediği gibi; Bilim ve sanat takdir edilmediği yerden göç eder.

Niyazi AKSOY